1960?lı yıllarda Elazığ Akıl hastanesinden her nasıl olduysa, 423 akıl hastası firar eder ve Elazığ?ın cadde ve sokaklarına dağılırlar. O zamanların ünlü doktoru Mutemet Yazıcı hastanenin başhekimidir; Mutemet Beye ??doktor bey ne yapalım?? diye akıl danışırlar. Mutemet bey personeline ??bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin?? der. Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ?ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir.
Bu bir fıkra değil, yaşanmış ve o günlerin gazetelerinde yazılmış bir olay.
Biz kendi ülkemizde bu fıkra gibi olayı çok yaşamadık mı? Darbelere alkış tuttuk, hepimiz ermeniyiz pankartları taşıdık, iktidarı yani verdiğimiz oyu askeri baskılara kurban ettik, Müslüman bir ülkede yaşarken yeri geldi kuranlar toplatıldı ses çıkarmadık, bir gecede ülke soyuldu adına kriz dedik tepkisiz kaldık, bir ekmek çalana 23 yıl hapis cezası verildi (G.Antep?te hatırlayın) oysa bankaların içini boşaltan Demirel ailesi, uzan grubu ve diğerlerine?? iktidar saldırıyor?? dedik unuttuk gitti bile, apo keyif ile imralıda yatarken, genç yiğitler taş üstünde yattı; şehit düştü fark ettik mi? etmedik mi? anlaşılmadı, bu durumu kabullendiğimiz ise aşina oldu çıktı, askerler şehit düşerken gerekli silahlar ve teknolojik kaynak hangarlarda çürütüldü itiraz etmedik, her yıl bütçenin yarısında fazlası askeriyeye verildi bir İran kadar olup da kendi silahımızı, füzemizi, uçağımızı, gemimizi veya yazılımımızı üretemedik, heronları ya da Amerikan yapımı şahin gözleri (casus uçaklar) yapacak sanki mühendisimiz mi yoktu? Elazığ?da ki olayda vagon olan delilerden ne farkımız var, sessiz kalarak ya da kabullenerek bizde bu düzenin oluşturduğu trende vagon olmadık mı?
Geçen hafta doğuda her yer karıştı diye manşet atan gazetelere inat Diyarbakır?a gittim, önce bir kalabalık, bir kargaşa gördüm, vardığımda fark ettim ki gecenin onikisi ve millet hala aileleri ile birlikte luna park keyfi yapıyor. Caddeler sakin ve sessizdi. Esnaf yeni yeni dükkânları kapatıyor, sağlı sollu yeni yatırım apartmanlar ve mimari yapılar yükseliyordu. Gazetelerde Doğu karışık diye sürekli bir propaganda var ama doğu sakin ve dingin bir halde yaşıyor. Amaçları nedir; kim nemalanıyor bu işten bilemiyorum.
Her gün bu ülkede yeni ve eskiden gelme planlar uygulanıyor. Kimi zaman vagon yapılıyorlar milleti kimi zaman görüntüde kargaşa çıkarılıyor ve birbirimizden soğumamız sağlanıyor. Bizim tarafsızlığımız sürekli ateş altında tutuluyor. Birbirimize düşman oluyoruz; sabah kalkıyoruz birbirimizi unutuyoruz ama yeni bir düşmanımız çıkıyor karşımıza; gazeteler yönlendiriyor, televizyonlar propaganda oluşturuyor, arkadaş sohbetlerinde, aile içinde yada bir şekilde taraf oluyoruz sonrası kendimiz değil de olduğumuz rengin çığlıklarını atıyoruz. Berrak ve durgun bir halde bakış acımızı tutmak ve tarafsız bir pencereden bakmak için soyutlanmak gerekiyor her şeyden? Son dört ayımı Erçiş de, dağ başında geçirirken güneşin doğuşunun ne kadar güzel olduğunu ve batarken bir hüzünle battığını gördüm. Sessizliğin, temiz bir havanın, bir yudum suyun tadının her şeye bedel olduğunu fark ettim. Ve en önemlisi bizim kendimiz olamadığımızı, asıl misyonumuzun Osmanlı torunu olduğumuzu ve yeni bir Osmanlı olmamız gerektiğini anladım. Damarlarımızda ki kanın farkındalığına varıp yeniden canlanmak dileğiyle?