Kahramanmaraş Türk Ocakları Şubesi tarafından düzenlenen Dünya ekonomik krizinin yansımaları, etkilenenler ve etkilenmeyenler konferansının bu haftaki konukları Kahramanmaraş iş dünyasının önde gelen isimleri oldu.
Kipaş Holding Yönetim Kurulu
Başkanı Hanefi Öksüz ve İskur Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Kadir Kurtul Dünya
ekonomik krizinin sebepleri hakkında bilgi verdi. Seminerde küresel krizde
Türkiye'nin Amerika ve Avrupa ile kıyaslandığında daha az etkilendiği ancak
kriz öncesi Türkiye'si ile karşılaştırıldığında krizin ülkeyi teğet geçmediği
ifade edildi. Krizden kurtulmak için, en az tükettiğin kadar üreteceksin,
üretemiyorsan, üretebildiğin kadar tüketeceksin şeklinde bir formülün çözüm
olacağı savunuldu. Türkiye'nin krizi çabuk atlattığı belirtilirken 2013 yılında
Avrupa ekonomisi düzelmezse işlerin tersine dönebileceği açıklandı. 1950'li
yıllarda Türkiye'de liberal ekonomiye geçişin başlamasıyla ülkenin yurtdışına
açıldığı ancak bu durumun 1960 ihtilaliyle kesintiye uğradığı belirtildi.
Konferansta Özal dönemi ekonomide değişimlerin başladığı yıllar olarak
gösterildi.
İskur yönetim kurulu başkanı
Kadir Kurtul, küresel anlamda yaşanan ekonomik krizin üretimin tüketimden daha
az olmasından dolayı çıktığı ifade etti. Tüketim toplumuna doğru gittiğimizden, tüketim
ekonomisine sahip olan bilhassa Amerika 90`lı yıllardan sonra üretimi uzak doğu
ülkelerine Çin`e ve diğer ülkelere kaydırdı şeklinde konuşan Kurtul sözlerine
şu şekilde devam etti: "Üretim tüketim dengesini iyice bozdular. 2000 ve 2001
yıllarına geldiğimizde Amerika ve Batılı ülkelerde artan likitide nedeniyle
faizler düştü ve kredi hacmi çok arttı. Amerika ve Avrupalılar bu nedenle
bankaların kredi geçmişini düzgün olan insanlar dışında geri dönüşü zor olacak
insanlara da verdiler. Özellikle yatırım bankaları gelirlerini artırmak için mortgage
dediğimiz ipoteğe dayalı menkul kıymetler gibi türev piyasalarda işlem gören
riskli finansal enstrümanlara yöneldi. Artan tüketim enflasyonu tetikledi ve
emtia fiyatları aşırı yükseldi. Ekonomik kriz patlak verdiğinde ilk bakışta
Amerika finans piyasalarının bir krizi olarak düşünüldü. Ancak kriz
derinleşmeye başladığında olayın hiçte lokal bir kriz olmadığı, aksine dünyanın
tamamını az ya da çok etkileyen 1929 büyük buhrandan sonra yaşanan en büyük
kriz olduğu, sadece etkilerinin finansal sektörle sınırlı kalmadığı tüm reel
ekonomiyi derinden vurduğu ortaya çıktı. Bu kriz piyasada meydan gelen
etkilenmeden dolayı Amerika'dan başlayarak Amerika'ya borç veren bankalardan
dolayı tüm dünyaya yayıldı."
Amerika finans sektörünün kötü
varlıklarından dolayı fiilen uğradığı kaybın 1 trilyon dolar civarında olduğunu
belirten Kurtul, Bankaların portföyündeki kötü varlıkların değeri ise 2 trilyon
doları aşkın olduğunu sözlerine ekledi. Finans sektöründe birçok yatırım
bankası ve sigorta şirketinin iflası ve devletleştirilmesinin 120 bin işsizin
ortaya çıkmasına neden olduğu açıklandı.
2008'in dördüncü çeyreğinde
Amerika ekonomisi yüzde 6,3 küçülme göstererek tarihinin bir rekoruna imza
attığını belirten Kurtul şunları söyledi: " Krizin Avrupa'ya etkileri, Euro
alanı 2009 yılında yüzde 4,1 oranında küçülerek tarihinin en büyük daralmasını
yaşamıştır. Yunanistan'ın iflas noktasına gelişi, Portekiz ve İrlanda'ya
IMF'nin de desteğiyle kapsamlı mali yardım programları gerçekleştirilmiş.
Avrupa'nın hemen hemen tamamında krizin etkilerini bertaraf etmeye yönelik
tedbir paketleri uygulamaya konulmuş. İzlanda'da en büyük üç banka iflas etmiş
sonunda İzlanda kronu Euro karşısında yüzde 40 değer kaybetmiştir."
GERÇEKTEN KRİZ BİZİ TEĞET GEÇTİ Mİ?
Amerika ve Avrupa
ekonomilerine kıyasla küresel krizin Türkiye'yi teğet geçtiğini ancak
Türkiye'nin kriz öncesi durumuyla kıyaslandığını durumun bunun aksini
gösterdiğini savunan Kurtul şu şekilde konuştu: "Kriz bizi neden daha az etkiledi Türkiye
ekonomisinin global ekonomilere entegrasyonunun Amerika ve Avrupa ekonomilerine
nazaran daha az olması. Türev piyasaların ülkemizde yeni olması ve hacminin dar
olması nedeniyle ekonomik krizin temelinde yatan mortgage ve benzeri ürünlerin
az olması, toksit varlıkların banka bilançolarını bozmaması. Türkiye'nin daha
önce krizden ders çıkararak daha sağlam kontrol edilen finans yapısı ve
bankacılık sektörünün oluşturulması. Tüm bunlara rağmen ticaret hacminin yüzde 60'nı
Amerika ve Avrupa ülkeleri oluşturan global ekonominin bir parçası olan Türkiye
ekonomimiz krizden olumsuz bir yönde etkilenmiş. 2008 yılının haziran ayında
yüzde 82,3 olan imalat sanayi kapasite kullanım oranı 2009 yılında yüzde
65'lere kadar düşmüştür. Kriz öncesi yüzde 3 olan işsizlik kriz sonra yüzde
13'e kadar yükselmiştir. 2008 yılında 132 milyar dolar olan ihracatımız, 2009
yılında 102 milyar dolara kadar geriledi. Amerika doların rezerv para olması ve
tek başına hareket etmesi sayesinde oluşturduğu fonlarla finans sektörünü ve
reel piyasaları nispeten rahatlatarak yarayı pansuman etmiştir. Avrupa'da durum
çok daha kötü çünkü onların basacak rezerv parası yok. Birlik içerisinde farklı
görüşler hakim. Açıklanan kurtarma paketleri anlık, çözüm olmaktan öteye
gitmiyor. Krizin etkileri her gün farklı ülkelere sıçrıyor.
2013 yılı içerisinde her şeyin
olabileceğini söyleyen Kurtul: "Ülkemiz krizin etkilerini çabuk atlattı. Ancak
ihracatımızın yüzde 50'sinden fazlasını yaptığımız Avrupa ekonomisi düzelmezse
işler tersine dönebilir. İhracatımızın azalma ve cari açığın artma riski
olabilir. 2013 yılı durgun geçebilir. Tabi bunların hepsi bir varsayım. Çözüm
olarak çözüm ne? Alınan tedbirler ve kurtarma paketleriyle bu sorunlar
çözülemez. Bunlar sadece geçici iyileştirme sağlar, sorun yapısal ekonomik
düzenin sil baştan ele alınması gerekiyor. Çözüm çok basit en az tükettiğin
kadar üreteceksin, üretemiyorsan, üretebildiğin kadar tüketeceksin." şeklinde
konuştu.
O YILLARDA TÜRKİYE AVRUPA'YLA İŞ YAPABİLECEK DEMOKRASİ
YÖNETİLEN ÇOK AZ ÜLKELERDEN BİRİSİ
Daha önceki yıllarda Amerika,
Avrupa ekonomisi ile Türk ekonomisi arasında çok büyük uçurumlar olduğunu ifade
eden Kipaş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hanefi Öksüz sözlerine şu şekilde
devam etti: "Türkiye dünyaya açık bir ülke değil. Savaş yılları ve bundan sonra
gerçekleştirilen sanayileşme hamleleri olmuş. Devletten başka yatırım yapacak
kimsenin olmadığı bu yıllarda yine de başarılı yatırımlar olmuş. İnönü dönemine
baktığımız zaman Türkiye dış ekonomiye tamamen kapalı, tamamen tasarrufa
yönelik bir tutum var. Hiçbir teknoloji
getirmiyoruz, hiçbir yatırım yapmıyoruz. Üretimi arttıramıyoruz, tüketmiyoruz.
İlk defa liberal ekonomi uygulaması rahmetli Menderes döneminde başlıyor.
1950'li yıllarda ilk defa traktörler geliyor, Marshall yardımları geliyor,
Türkiye ilk defa dışarıya açılmaya başlıyor. O dönem 1960 ihtilaliyle kesintiye
uğruyor. Özal dönemini Türk
Ekonomisinde değişimin
başladığı yıllar olarak görüyorum. Türkiye yönünü farklı bir tarafa çevirdi.
Özel sektörün önü açıldı, Türkiye hem üreten hem tüketen, dünyayla bağlar
kurmaya çalışan yeni bir ekonomik düzene giriyor. O yıllarda Türkiye Avrupa'yla
iş yapabilecek demokrasi yönetilen çok az ülkelerden birisi. Çin ve Rusya
Sosyalist Cumhuriyetleri Avrupa'ya kapalı, Türkiye her ürettiğini satabilecek
konumda. Dolayısıyla bu dönemi çok önemli bir gelişme dönemi olarak görüyorum."
BİZ DEVLETİN EKONOMİSİNİ BİR İŞ ADAMININ, ESNAFIN
EKONOMİSİNE BENZETEBİLİRİZ
Kurtul, Türkiye'nin finans
imkanları çok sınırlı bir ülke, üretimi tüketimini karşılamayan bir ülke, hep
borç içinde olan bir ülke olduğunu belirterek şunları söyledi: "Zaman zaman da ekonomisi bozulduğundan dolayı
bir devalüasyon yapıyor ve halkından büyük bir dolaylı vergi topluyor. Biraz
ekonomiyi düzeltiyor borçların tekrar birikmesiyle yine bir devalüasyon
yaşıyor. Bu devalüasyonda kazançlar düşüyor, işçilik maliyetleri düşüyor, toplanan
vergiler artıyor. 2000'li yıllardan sonra Türk lirası değer kazanmaya başladığından
bu dolaylı vergiler de ortadan kalkmış bulunuyor. Dünyada birçok kriz oluyor
ama Türkiye'de meydana gelen krizler finans krizleridir. Türk özel sektörü Özal
döneminden itibaren çok güçlendi, Anadolu'da sanayileşme başladı. Aynı dönemde Avrupa'ya
baktığımız zaman yaşlanan bir Avrupa var. Çin, Hindistan, Kore gibi dünyada Türk
sanayisine rakip olan ülkeler gelişmeye başladı. Önceden dünyadaki serbest
pazarda bize rakip olan yoktu. Onlarda sanayileşmeye başladığında acımasız bir
rekabetin içersinden bulduk kendimizi. Biz devletin ekonomisini bir iş adamının,
esnafın ekonomisine benzetebiliriz, eğer kazancın fazla harcaman az ise
ekonomin iyiye gider. Üretilenden çok daha fazla para harcanırsa günün birinde
krizin yaşanmasına neden olur. Gelire göre harcama yapılacak, çok üreteceksiniz
ama tabi çok ürettiğiniz zaman tüketimi de kısmayacaksınız. Çünkü tüketim
olacak ki bu çark dönsün."