Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Mustafa Şahin Kahramanmaraş Türk Ocakları tarafında düzenlenen "Arap Baharı Sürecinde Ortadoğu ve Türkiye konferansına katıldı.
Doç. Dr. Mustafa Şahin Arap
baharı olarak adlandırılan sürecin başladığı döneme dair ilginç tespitlerde
bulundu. Suriye'de başlayan iç savaşın ilk dönemlerinde yaptığı tespitin şu
anda ortaya çıktığına işaret eden Şahin, Suriye'de iç karışıklıklar
başladığında "Esad'ın gitmesi çok zor, kalması imkânsız." şeklinde bir
tespitinin olduğunu dile getirdi. Şahin Türkiye'nin Suriye ile savaşa girecek
mi şeklindeki sorunun yanlış olduğunu, sorulması gereken doğru sorunun Türkiye
Suriye'ye girer mi şeklinde olması gerektiğini söyledi. Şahin, Suriye'nin
içinde bulunduğu sorunlardan ve sıkıntılardan dolayı Türkiye ile savaşamayacak
durumda olduğunun altını çizdi. Doç. Dr. Mustafa Şahin, Başbakan Tayyip
Erdoğan'ın Suriye ile ilgili politikasını değiştirmeden önce, demokratik yönetim
ve halka özgürlüklerin verilmesi adına Beşar Esad'ı ikna etmek için yoğun bir
çalışma yürüttüğünü kaydetti.
İKİ YILDIR ORTA DOĞUDA NE OLUP BİTİYOR
İki yıldır orta doğuda ne olup
bittiğinin, Arap baharı nedir ne
değildir şeklinde bir sorunun sadece Türkiye'de değil dünyada çok
tartışıldığını ifade eden Şahin şöyle konuştu: "2010 yılı aralık ayında Tunus'da
başlayan süreç iki yıldır orta doğuyu kasıp kavuruyor. Hatta bizi de sizi de
etkilemeye başladı. Peki, bu nedir ne değildir diye bir soru vardır? Bir kısmı
şöyle cevap verdi: Biz ne konuşursak konuşalım, bu aslında Büyük Orta Doğu
Projesinin bir devamıdır. Amerika yaptı programı insanlar da isyan ettiler
aslında olan bu. elbette biz nasıl ilgileniyorsak ABD'de her dönem bölgede
kendi direk müdahale değilse bile acaba bu mücadele bana döner mi diye çaba içerisine
giriyor.
BU İŞİ AMERİKANIN ÜZERİNE ATMAK KOLAYCILIK OLUR
Ben, Arap baharının başlangıç
itibariyle, halk hareketlerinin çıkış noktasının yerli olduğunu
düşünenlerdenim. Çünkü bu insanlar 100 yıldır niçin isyan etmiyordu da şimdi
isyan etti? Bu soruyu soruyorsunuz
şimdi. Amerika hakkında çok eleştiri yazısı yazanlardan biriyim fakat bu işi
sadece Amerikanın üzerine atmanın bu işten sıyrılmak olduğunu, kolaycılık
olduğunu düşünenlerdenim. Peki, ne oldu da bu insanlar 2010 yılının aralık ayı geldiğinde
birden bire harekete geçtiler? Şöyle görmek lazım. Birkaç dönemde Araplar
aldatıldı ama oryantalist bakış açısıyla, batı kavramlarıyla, orta doğuya baktığımız
zaman anlayamıyoruz. Birinci dünya savaşında Türkleri buradan göndereceğiz ve
siz bağımsız olacaksınız denildi. Kendi geleceklerinize siz şekil vereceksiniz dediler.
Oldu mu? Olmadı. Ne yaptılar isyan ettiler. Çok enteresandır isyan ettirilen,
İngilizlerin isyan ettirdiği kişi genellikle bizde seküler milliyetçiler, bu tabiri
özellikle kullanmak istiyorum, böyle düşünür.
BATILILAR TÜRKLERİ VE ARAPLARI KANDIRDI
Arapları Türklerden, Türkleri
Araplardan uzaklaştırmak için dediler ki Araplar sizi arkadan vurdu. Onlara da
dediler ki Türkler İslamiyetken uzaklaşıyor, halifeliği de kaldırdılar dinden
uzaklaşıyor dediler. O dönemlere iyi bakmak gerekiyor. Aslına baktığınız zaman,
bu doğuş itibariyle Arap isyanı değil. Türklere karşı Türk imparatorluğuna
karşı Orta Doğuda iki tane isyan vardır ikisi de Arap milliyetçiliği içinde
olsa da dini özelliği olan isyanlar. Bir tanesi 1740'lardaki Vahhabi isyanıdır.
Dikkat edin ikinci isyan bu güne kadar duyduğunuzu da hiç zannetmiyorum, şerif
Hüseyin Arap milliyetçi olarak tanınır, hayır şerif Hüseyin Müslümanların namaz
kılanların günde beş vakit döndükleri kıblenin yöneticisi. Bu İngilizler
tarafından özellikle seçilmiş. Başka bir aşiret liderini seçseniz başınızda bu
kadar insan toplayamazsınız. Özellikle bunu seçiyorlar ki Arapları Türklere karşı
daha iyi harekete geçirsin."
ORTA DOĞUDA YÖNETİCİLER ÜLKEYİ AİLE ŞİRKETİ HALİNE
GETİRDİ
Orta doğudaki krallıklar ve
emirlikler hakkında bilgi veren Doç. Dr. Mustafa Şahin şunları söyledi: "İşte
bölgedeki krallıklar, emirlikleri batı ile çalışan yapı olarak görürler. İkinci
dünya savaşından sonra bir dalga daha başladı. Arap Milliyetçiliği, Baas, Irak'ta,
Suriye'de, Nasır hareketi, Kaddafi'nin 69'da Libya'da hareketi müthiş bir dalga
başladı. Aslında devlet okullarında eğitim almış, köylü kökenli, aristokrat
aileden gelmeyen kitledir bu Arap Millyetçileri. Nasır, Saddam, Esat ve oğlu, Kaddafi.
Bunlar, eski krallar şeyhler sizin ekonomik, iç ve dış sorunlarınıza çare
bulamıyor, biz sizin bütün dertlerinizi çözeriz dediler. O dönemde olan bütün
hareketleri devrim diye adlandırdılar, biz de ona devrim dedik. Ama ben bu gün
baktığım zaman bunların tamamının darbe olduğunu görüyorum. Oluş itibariyle
devrim sonuç itibariyle darbe. Çünkü halkın desteğini alıp iktidara
geliyorsunuz fakat halkı sistemin içine çekmiyorsunuz. Siyasal sistemin içinde
halk olmadığı zaman buna halk yönetimi deme şansınız var mı? Buna cumhuriyet
adını verdiler. Fakat her gelen yönetici aldığı yönetimi halkla paylaşmak
yerine maalesef bir aile şirketi haline çevirdiler ülkeyi.
Orta doğuda öyle bir şey var
ki, yönetici, ister cumhuriyetle yönetilsin ister krallıklar, ya öldüğü zaman
ya da öldürüldüğü zaman değişiyor. Onun için adı cumhuriyet olmasına rağmen
yönetici iktidardan giderken ben gidiyorum oğlum gelsin diyor. O zaman senin
krallıkla farkın ne? Hüsnü mübarek oğlunu hazırlıyordu, Esad öldü oğlu Esad'ı geldi,
Kaddafi kendi oğlunu getirmeye çalışıyordu.
"MISIR ORDUSU AMERİKA'NIN VE İSRAİL'İN ÇIKARLARINI KORUYOR"
Ve bu baskı çok önemli, o
zaman eskilerden beri baskı varda neden 2010 Aralık ayına gelince bu baskı
ortaya çıktı? 1945 ile 1990 arasında bölgede şöyle bir gelişme var. İki kutuplu
bir sistem, orta doğudakiler de tek başlarına ayakta kalamayacaklarını
bildikleri için bir kısmı doğu bloğuna yakın duruyor diğer bir kısmı batı bloğuna
yakın duruyor. Bu iki taraftan biriyle sorun yaşadığınızda diğerine sığınıyorsunuz.
Örneğin mısır doğu bloğundayken batıya geçiyor. ABD Mısıra yardım ediyor, para
veriyor. Bu Camp David antlaşmasının diyetidir, İsrail'in varlığını korumasının
diyetidir. 1979'da beri Mısır ordusu, Mısır'ın ve Mısır Müslümanlarının
çıkarlarını değil İsrail'in ve Amerikanın çıkarlarını koruyan bir ordudur,
bunun başka hiçbir izahı yok."
AMERİKA'YA EN YAKIN OLDUĞUMUZ DÖNEM DARBE DÖNEMLERİDİR
Türkiye'nin ABD'ne en yakın olduğu
dönemin demokratik seçimlerin olduğu dönemler olmadığını söyleyen Şahin şöyle
konuştu: "Peki, Türkiye'nin Amerika'ya en yakın olduğu dönem hangisidir biliyor
musunuz? Darbelerin olduğu dönemdir, 12 Eylül, 60 dönemidir en yakın olduğumuz
dönem. Bunu iyi görmemiz lazım. Bunu göremeyenler demokratik seçimle gelenlerin
Amerika'ya en yakın olduğumuz dönem olarak görüyor, hayır öyle değil darbe
dönemleridir en yakın olduğumuz dönem. Bu bütün belgeleriyle ortadır. Soğuk
savaş döneminde kendini kurtaran liderler sonrasında abisiz kaldılar.
Kendilerini koruyan bir yapı artık yok, Sovyetlerin çökmesi bu durumu ortaya
çıkardı. ABD'nin 2001'den 2003'e kadar olan süreçte, benim çılgın kadro dediğim
Neo Conlar, Bush'un dâhil olduğu kadro şöyle düşünüyordu. Rusya yıkıldı ben
artık dünyanın her bölgesinde istediğim şekilde istediğimi yaparım düşüncesi
oluştu. Dünyayı ve Orta Doğuyu değiştirecek askeri, ekonomik, siyasi gücün
kendisinde olduğunu düşünen bir kadro. Fakat Afganistan ve Irak'ın işgali
ABD'nin de bir sınırının olduğunu gösterdi.
HALKI SİYASİ SİSTEMİN İÇİNE ÇEKMEZSENİZ BU BİR YERDE
PATLAR
Suriye'de ne işimiz vardı şu
anda en çok merak ettiğiniz konu bu. Suriye'de baba oğul Esad döneminde
ailenizden biri tutuklandığında onu sormaya gidemiyordunuz, aynı şey sizin de
başınıza geliyordu. Suriye'de yaşayan Kürtlerin bir kimliği yoktur, aslında Kürt
olarak siz yoksunuz. Bu idare sistemi ila nihaye gitmez. Orta Doğu nüfus artış
hızının en yüksek olduğu bölgedir yüzde 2,5"3 oranıyla, işte siz bu insanları
siyasal sistemin içine çekmezseniz bu bir yerde patlayacak. İşte uygun zaman da
bu zamandır. Neden bu zamandır bir; Amerika bunun içinde baktı ki artık bu
insanlarla bu iş gitmeyecek. Kaddafi ile Mübarek ile bu iş gitmeyecek. Amerika
artık halkı haklı görüyorum dedi, çünkü bu sistemi taşıyamayacağını biliyordu."
ESAD'IN GİTMESİ NEDEN ÇOK ZOR?
Suriye'de Beşar Esad
yönetiminin devrilmesinin çok zor olmasının üç sebebi olduğuna dikkat çeken
Şahin şöyle konuştu: "Suriye'deki ayaklanma diğer ülkelere göre uzun sürdü, iki
yıldır devam ediyor. Neden bu kadar uzun sürdü? Bir buçuk yıl önce olaylar
başladığında bir yazı yazmıştım, Esad'ın gitmesi çok zor, kalması imkânsız.
Peki neden? Gitmesi neden zor, bu gün açıklanan rakamlara göre 70 bin insan
öldürüldü, bu ikinci katliamdır. Suriye'de bu katliamın ilki 1982'de oldu,
düşük rakamı veriyorum bu 20 bin, diğer rakam 40 bin biz ortasını alalım 30 bin
insan Hama ve Humusta katledildi. Esad'ın gitmesinin çok zor olmasına üç açıdan
bakmak lazım, Suriye'nin içi, bölge, uluslar arası konjoktör."
Bir de Orta Doğuda devletler
askeri, düşmanlarla savaşmak için değil kendi halkını bastırmak için
kullanıyor. Bizde de bakın, maalesef muhalefeti bastırmak için kullanıyor
şeklinde konuşan Şahin sözlerine şöyle devam etti: "Suriye'nin içinde herkes
Esad'a karşıtı değil, Esad'ın yüzde 40'a yakın destekçisi var. Bu gün Suriye'de
Esad'ı ayakta tutan içindeki bu azınlık destekçisidir. İkincisi bölge,
baktığımız zaman müthiş bir destekçisi var İran. İran ülkenin güvenliğini kendi
sınırında başlatmıyor, çevre ülkelerin güvenliğinden bakıyor meseleye. Akıllı
davranıyor, batıyla masaya oturduğu zaman diğer ülkeleri konuşuyor. Siz kendi
sınırlarınızda başlatırsanız güvenliği başkenti koruyamazsınız. Dolayısıyla Suriye
giderse Lübnan'a uzanamam, doğu Akdeniz'e uzanamam, Hizbullah'a destek verip
İsrail i sıkıştıramam diyor. Esad isterse şeytanın dünyada destekçisi olsun,
benim rejimimi koruduğu için ona destek veririm diyor. İşte İran'daki rejim
kendini korumak için Esad'a destek veriyor."
Şahin, Suriye'de Esad
döneminin devam etmesinde etkili olan küresel destek hakkında şunları söyledi:
"Küresel desteğe bakalım, ilk sırada Rusya geliyor. Çin var, Çin genelde akıllı
politika takip ediyor. Ön cephede yer aldığınız zaman yara alma riskiniz
fazladır. Dikkat edin Amerika ön cephededir İsrail arkadadır, Rusya ön
plandadır Çin arkadadır. Rusya 1990'lı yıllarda aşağılandı, fakat Putin ile
birlikte yeniden canlandı. Rusya ilk olarak yakın çevresini kazandı. Rusya, ben
artık 1980'lerdeki 1990'lardaki Rusya değilim, ben küresel bir gücüm diyor.
Suriye'de BM'deki etkisini kullanarak aslında küresel bir güç olduğunu dünyaya
göstermek istiyor. Bunun için Suriye'ye destek veriyor."
TÜRK DIŞ POLİTİKASI ÇOK ELEŞTİRİ ALDI
Bunları hesaba koyduğunuz
zaman Esad'ın gitmesi çok zor, ama diğer taraftan kalması imkânsız. Öyle
gözüküyor ki artık Kaddafi gibi bir çukurda bulunacak gibi gözüküyor şeklinde
konuşan Şahin şöyle devam etti: "Şimdi de Türkiye'nin politikasına bakalım.
Türk dış politikası çok eleştiri aldı. Ben şunu savunanlardan değilim sana ne Suriye'den.
Sen bir villa dikeceksin etrafında gece kondular yanacak sen evinin içinde bana
ne diyeceksin. Böyle bir şey deme şansın var mı? Yok. Oradaki Sünni sorun
yaşasa burada sen yaşıyorsun, oradaki Kürt bölgesi harekete geçse buradaki
harekete geçiyor. Oradaki Çerkez sorun yaşasa buradaki
sorun yaşıyor.
TÜRKİYE UZUN SÜRE ORTA DOĞUYU GÖRMEDİ
Türkiye uzun süre Orta Doğuyu görmedi.
Hatta biliyorsunuz biz orta doğuyu ilk çalışanlardanız. Eskiden orta doğu
dendiği zaman kitaplara baktığınızda işte Ortadoğu çıkmazı, kaynayan kazan
böyle algılanıyordu. 2000 yılından itibaren Türkiye'nin Orta Doğuya yeni bir
yaklaşımı oldu, bu bölgeye uzak durmayla bu iş olmaz. Aslında Türkiye'nin Orta
Doğuya ilgi duymasının sebebi ne dini sebeplerdir ne de ideolojiktir;
ekonomiktir. 2001"2002 yıllarında Türkiye'nin ihracatının yüzde 60 Avrupa'ya yapılıyordu,
bu dönemde 30 milyar dolar ihracatı vardı. Bu gün 150 milyar dolara yaklaşan
ihracatının yüzde 35 Afrika ve Orta Doğuya yapılıyor. Onun için orta doğuyla
ilk dönemlerde yüksek düzeyde stratejik iş birliği adı altında bölgeye entegre
olmaya çalıştı. Hem siyasi hem ekonomik kapı açmaya çalıştı. Şimdi bizimkiler
bakıyor 30,40,50 anlaşma yapılmış, biz bu kadar neden anlaşma yaptık diyorlar. Evet,
geçmişte hiçbir şey yapılmamış, mevzuat oluşturuyorsun, alt yapı oluşturmaya
çalıyorsun."
SURİYE KONUSUNDA BİZİMKİLER TAŞI BİRAZ İLERİYE KOYDULAR
Arap baharı sürecinde Türkiye'nin bir seçim
yapmak zorunda kaldığına değinen Şahin şunları söyledi: "Bence Arap baharı Türkiye'yi
bir seçim yapmayla karşı karşıya bıraktı. O döneme kadar 1 Mart tezkeresi ve İsrail
konusunda Türkiye halkının ve iktidarın İsrail'e karşı bakışı orta doğudaki
imajını arttırdı. 2000 yılından Arap baharının başladığı 2010 yılı Arap baharı
sürecine kadar Orta Doğuda etnik kimliği fark etmeksizin en itibarlı olduğunuz
bölgeydi. Türkiye Libya'da tereddütlü davrandı. Arap baharında Türkiye'nin halkın
yanında olarak ortaya koyduğu tavır Sünni kesimde itibarını arttırırken Şii kesimde
bunun tam aksi olarak ortaya çıktı.
Dünyada 1,5 milyar Müslüman var, bir seçim yapacaksanız bu nüfusun yüzde
onunu oluşturan Şii kesimin yanında mı yer alacaksınız yoksa yüzde 90 olan
kesimin mi? Peki hocam hiç mi yanlış olmadı diyeceksiniz. Türkiye'nin burada
bir ileri okuması oldu, biliyorsunuz BM'nin aldığı kararın mürekkebi kurumadan
Fransa Libya'ya girdi. Bizimkiler acaba dedi Libya'da olduğu gibi çok aceleci
davranıp biz de tereddüt edersek, 1920'de olduğu gibi Fransızlar yine Suriye'ye
gelir mi okuması yaptılar. Onun için bizimkiler taşı biraz ileriye koydular,
arkaya baktılar ki hiç kimse yok. Birkaç aydır yavaş yavaş geri çekilme
siyaseti izliyorlar."
DÜŞMANIMIZ MERT DEĞİL, MÜTTEFİKİMİZ DOST DEĞİL
Türkiye'nin içinde bulunduğu
coğrafyadan ve şartlardan dolayı sürekli uyanık olması gerektiğine dikkat çeken
Şahin sözlerine şöyle devam etti: "Maalesef bizim düşmanımız düşman değil, mert
değil. Müttefikimiz de müttefik değil. Dostuna da güvenemiyorsun, düşmanına da.
Sürekli uyanık olmak zorundasın. 2008 yılında Avrupa'da başlayan ekonomik kriz,
2010 yılının sonunda başlayan siyasi türbülans bölgeyi çökertti. Şimdi diyor ki
bölgesel güçler İran olsun digerleri olsun biz gidiyoruz Türkiye'nin de burnu
sürtülsün. Batılı da diyor ki Türkiye artık hayır diyecek konuma geliyor.
SURİYE AFGANİSTANLAŞIR, TÜRKİYE'DE PAKİSTANLAŞIR
2002 2003 ve daha öncesini
düşünün. Hayır diyen bir Türkiye'yi kabul etme şansı yok. Diyorlar ki onun için
Suriye gibi bir yere Türkiye'yi tek başına angaje edersek Türkiye siyasi
ekonomik ve askeri anlamda güç boşalması yaşar. Bizimkiler de bunu fark
ettiler, Türkiye'yi Suriye'ye sokamayacaklar. Türkiye Suriye'ye savaş açar mı
diye bir soru var bunun bu şekilde sorulması yanlış, güçler eşit değildir.
Şöyle sorulması bence daha doğru olur; Türkiye Suriye'ye girecek mi? Benim düşüncem
şu idi: Türkiye Suriye'ye girseydi, Suriye Afganistanlaşır, Türkiye'de Pakistanlaşırdı.
Beni bir şey sevindiriyor, Türkiye artık kendi bölgesinde olayı genişletmekten
çok, olayı lokalize bir şekilde çözmeyi öğrendi. Türkiye şimdi Suriye'yi lokal anestezi
ile çözmeye çalışıyor. Son bir cümle söyleyip bitireyim, kuzey ırak bu gün Diyarbakır'dan
daha Türkiyeli." (M. Serhat TOPALCA)