Milli mücadele döneminde milis kuvvetlerin oluşturduğu ve çoğu yerde çete olarak anılan Kuvayi Milliye birlikleri Ülke'nin düşman işgalinden kurtarılması için büyük mücadeleler vermiş ve çok güçlü olan düşman ordularına karşı kahramanlık destanları yazara
Düşman işgalinden kurtuluşun
ilk kıvılcımlarının tutuşturulduğu yer ise Kahramanmaraş olmuştu. Bu dönemde Kuvayi
Milliye birlikleri imkânların sınırlı olmasına ve şehrin her yerini düşmanın
işgal etmesine rağmen direnişi başlatmış kazandığı zafer ile ülke geneline
yayılacak olan özgürlüğün ilk adımını atmıştı. Kahramanmaraş'ta birçok kahraman
gibi Abdal Halil Aga da yazılan destanın altına imzasını atan isimler
arasındaydı. Şehrin ileri gelen Ermenilerinden Hırlakyan'ın altın teklifini reddetmiş,
arttırılan keseler dolusu altını kabul etmeyerek, davulunu gösterip bu kasnağın
içini altınla dahi doldursanız din kardeşlerimin bağrına çomak vuramam deyip bağışlanan
serveti milli onur, millet ve vatan sevgisi adına elinin tersiyle itmiş ve
bağımsızlık mücadelesinde mevzilerdeki yerini almıştı.
Abdal Halil Ağa'nın kızı Yeter
Davulcubaşı bir kahramanın kızı olmakla duyduğu onuru dile getirirken ilerleyen
yaşı ve hastalıkların rahat vermemesi karşısında sitem dolu bakışlar ve sözler
ile ilgisizlikten ve sahipsizlikten yakındı.
ÇOK YAŞINDAYIM
Kaç yaşında olduğunu kendisi
de bilmeyen Yeter Davulcubaşı: "Kaç yaşında olduğumu bilmiyorum, çok
yaşındayım. Sıkıntılarım var yaşamaya da paramız yok. Bu zaman olur da ben
böyle soğukta durur muyum? Hasta bir kadınım, iki de bir hastaneye gidiyorum
yoğun bakıma. Rahatsızlığım hakkında şudur demiyorlar gidip geliyorum, gidip
geliyorum." şeklinde konuştu.
DİN KARDEŞLERİMİN GÖĞSÜNE ÇOMAK VURMAM
Abdal Halil Ağanın kızıYeter
Davulcubaşı'nın kaldığı ev yan yana iki oda ve bir de üst katta olmak üzere
toplam üç odadan oluşuyor. Bu odaya girmek için mutfak olarak kullandıkları bir
yer var ve orada hem yemek yapıyorlar hem de yer olmadığı için tuvalet aynı
yerde bulunuyor. Davulcubaşı, mutfak ora tuvalet ora' diyor bu küçük odayı
tarif ederken. Yeter Davulcubaşı'nın
kaldığı odada kendisiyle birlikte oğlunun ailesi kalıyor. Bir odada bazen 4"5
kişi bazen 9 kişi yattıklarını söylüyor yeter Davulcubaşı. Yaklaşık dört ay
önce evleri soyulmuş, ailece Urfa'ya çalışmaya gittikleri dönemde soyulan
evlerinde hırsızlar bütün eşyaları çalmış. Büyük bir hayranlıkla bahsettikleri
ve şu anda telefon numarasını kaybettikleri için ulaşamadıklarından dert
yandıkları Melek İpek'in hediye ettiği, dolap, çekyat, halı ve bilgisayarı
hırsızlar çalmış. Yeter Davulcubaşı en çok sahipsizlikten şikâyet ediyor.
Babasının kurtuluş mücadelesi döneminde din kardeşlerimin bağrına çomak vuramam
diyerek reddettiği altınlardan sadece biriyle çok rahat ev alabileceğini
söyleyen Davulcubaşı, kendisine verilen plaketlerin hiçbir işe yaramadığını
belirterek bunun yerine hem kendisini hem de ailesini sıkıntıdan kurtaracak
yardımın olmamasından yakınıyor. Küçücük bir odada beş kişi yatıyor, sobaları
yanmıyor, tüpleri bittiği için misafirlere ikram etmek için demleyemedikleri
çaydan dolayı utançlarını gizleyemiyorlar. Abdal Halil Ağa'nın Milli Mücadele dönemindeki
hatıralarını kendilerine tekrar tekrar anlattığını söyleyen Yeter Davulcubaşı,
en çok babasının söylediği ben din kardeşlerimin bağrına çomak vurmam' sözüyle
iftihar ediyor. Ve bunun karşılığında reddettiği keseler dolusu altınları çok değersiz
görüyor. Babasının kahramanlığı yaşadığı her şeye rağmen gururla anlattığı,
iftihar ettiği en önemli konu oluyor.
AÇLIKTAN ÖLELİM...
Şu anda geçimini sağlamak için
az miktar aylık aldığını söyleyen Davulçubaşı şöyle konuştu: "Üç ayda bir 350
lira para alıyorum, onu da getirdim dükkânlara olan borcumu verdim, şimdi
çocuklarım per perişan. Ben hiç bir şeyden bir şey anlamıyorum, hüs, yaşadım
ama bir şey anlamıyorum. Keşke şöyle başımı sokacak bir yerim olsa. İki defa
evim soyuldu. Melek ipek bir dolap getirdi, iki çekyat getirdi, bir çamaşır makinesı,
getirdi bir ocak getirdi. Derdimizi anlatmak için çıkıp bağıralım mı? Şerefimize
yazık mı değil, açlıktan ölelim şunun içinde ölelim."
Abdal Halil Ağanın Hırlakyan
ile yaşadığı olayı kızı Yeter Davulçubaşı hatırladığı kadarıyla şöyle anlattı:
"Babam Horasandan gelmiş, az ileriye çardaklı bir ev yapmış. Babam çardakta
otururken üç atlının geldiğini görüyor. Bunlar geliyor merdivenin yanında
duruyorlar. Biz sana para vereceğiz, Karabıyıklı`nın orada Fransızlar geliyor
sen de yanına bir iki arkadaşını daha alacaksın onları karşılamaya gideceğiz
diyor ve bir kese altın veriyor. Babam öyle şey olmaz diyor. Bunun karşılığında
sen doymazsın, abdal doymaz diyor ve bir kese altın daha atıyor babamın önüne. Babam
ben din kardeşlerimin, ekmeğini yediğim kardeşlerimin, bağrına çomak vuramam,
bu altınlarını da almam senin diyor. Bunları kabul etmiyor."
Yeter Davulcubaşı`nın oğlu
abdal oldukları için toplumda dışlandıklarını, abdal geliyor şeklinde sözlere
şahit olarak bunun bir aşağılama olduğunu üzülerek dile getiriyor. Kendilerinin
davul çalarak ekmek kazandıklarını ve bunun da utanılacak bir iş olmadığını
sözlerine ekleyen Ökkeş Şençalar Dr. Gökhan Gökşen'in beyaz sessizlik isimli
kitabıyla kendilerine olan bu bakış açısını kırmaya çalıştığını ifade ediyor. (M. Serhat TOPALCA)