Tarih: 10.06.2013 15:25

Doğduğu Gün Ölen Adam “Ahmed Necip Fazıl Kısakürek”

Facebook Twitter Linked-in

İnsan olmanın tarihi, ne ana rahmine düşünce atılır ne de anne kucağına ilk koyulduğunda. Bu öyle bir tarihtir ki, anne baba kalemi ile atılabilmesi mümkün değildir. Hangi zaman dilimi, hangi an, hangi varlık ve yokluktan bahsediyoruz? Kimi anıyoruz? Faniye dayalı bir anlayış ile mana deryasından pay bulmaya mı çalışıyoruz? Neden bir adam doğar ve neden bir adam doğduğu gün ölür? Nasıl doğduğu an adam olur? Ne için varlığını feda eder bu adam ve herkesin ``Ben varım`` dediği bu sahada neden yokluk peşindedir? Bir adam, ona feda edileni saçının teli kadar görmeyip, nefsini başkaları için neden feda eder?

YALNIZ BİR ADAM...

Etraf hayli kalabalık, bazen alkışlar yükseliyor. Hatta bazen ses perdeleri yırtılıyor sanki. Bir dava, bir hudut, bir zaman, bir niyet ve beklenen nihayet. Oysa kocaman bir yalnızlık var ortada, dünyanın gözü ile görülmesi mümkün değil. Her sabah güneş yerini aldığı an saklanıyor gönlüne yalnızlığı ve bütün gün içi içine sığmıyor. Çaresizlik değil, yorgunluk, üzüntü, bilmezlik değil. Ne yana baksa boşluk ne yapsa mutmain olmayan bir kalbi var. Yüzü gülüyor ama gönlü ağlarcasına buruk ve biraz doluyor gözleri. Etrafında ki kalabalık bir teselli olmaktan çok onu daha da yalnız bırakıyor. Gözleri gün geçtikçe yorgun yine de uykunun kapısını çalmaktan kaçıyor. Dumana sarılıyor dudakları ve çekiyor ciğerlerine, sanki boşluğu körüklüyor gibi...

Elinde ki kaleme bakıyor bir, birde dönüp aklına. Gönlü çatlayacak sanki, ne yapsa kalbine yetmiyor, ardı sıra gelenlerin dualarına sarılıyor bazen, yetmiyor. Kısa küreği ile kendi nefsinin kuyusunu kazmanın peşine düşüyor ve sanki yalnızlık biraz terk ediyor gönül kıyılarını. Git gide daha çok kazıyor ve zaman ilaçsı tesirini ve arayışının bedelini gösteriyor... (Abdulhakim Arvasi hazretlerine teslim olur.)

BİR KALEM

O gönül sultanına bend olup, huzurda iki büklüm olunca...

Kağıda her dokunuşunda ana sütünün berraklığında duyguları emzirip, noktanın döşünde suskunluğu uyutuyor. Mutmain bir kalbi gönül sultanının kapısına bend ediyor. Artık kalbi başka çarpıyor, dünya dili susup yerini gönül diline bırakıyor. Eteğine topladığı taşları günahı ile çalkalanan denizin dibine döküyor. Her tutulduğunda ay`a benzeyen net duruşu, güneşin dahi silmeye kıyamadığı çizgiler bırakıyor.Bu yüzden o kalem geceleri gündüz, gündüzleri bir gece hayal edip, her duygunun ramaklarında dolaşıp bir ayağı çukurda uyanıyor uyumadığı uykudan. Çileyi lezzet bilip, lezzeti yalnız başına bir zehir görüyor, her satırın başında gönül sarhoşluğu ile sızıp akıl yolunu terk ediyor.

``Bir bardak su gibi çalkandı dünyâ; Söndü istikamet, yıkıldı boşluk. Al sana hakikât, al sana rûyâ! İşte akıllılık, işte sarhoşluk! ``  diyordu Ahmed Necip Fazıl KISAKÜREK.

ANMAK İÇİN , ANLAMAK GEREK.

Onu anlamak, yüzeysel okumalar veya sereserpe, sözlerinden örnek vermek ile olmaz. Bir insanın yaşamadan tecrube bulması mümkün değilse, gelin şu söze tamam diyelim. ``Laf olsun diye söz olmaz, söz ihtiyar olmaz ise tat alınmaz.``  Peki nasıl anlamak mümkün?

Ahmed Necip Fazıl olarak bakıldığında yalnızca varlığına cismine hayranlık duyularak onu anlamak mümkün değil. Bir insan ne vakit kendini fark eder, işte o zaman eksikliğin ve bir kuyunun renginin ne olduğunu görür. Şiir, hakikat ile kalp arasında hiç kimsenin duymadığı fısıltıdır. Şiire bakım adam beğenmek, söze aldanıp daha yaşamadan örnek vermek cahillik olur. Ahmet Necip Fazıl dendiği zaman, gönlünün yalnızlığını ve kalbinin boşluğunu farkeden bir adam görmek lazım. İşte bu adam o yalnızlığı ve kalbinin manevi hastalığını bir manevi doktora teslim olarak tedavi ettirmiş ve tedavisinden sonra bulmuş olduğu huzuru kaleme alarak bu güne örnek bir insan olmuştur. Ahmet Necip Fazıl, bir şiir, bir şair den daha çok bir teslimiyet örneğidir. Onun şiirlerinde gönül yangınını görmeyen, şiirden anladığını ifade ederse yalan söyler. Onun sözlerinde kalbin şifasının bir sultana bend olmak olduğunu anlamayan, sözden anladığını ifade ederse yalan söyler. Zannetmekle Hiçbir değer farkına varılmaz ve Hiçbir söz girmek istediği damarı bulamaz.Peki bu şiirlerin ve bu sözlerin ardında yatan asıl sebep nedir? Başlangıçta bahsettiğimiz olgunluğun gönül diline düşmüş halidir. Şair kişi, şiiri gönlünden dilenir, gönüllerin sahibi olan Cenabı Hak (c.c.) dilerse bu nimeti verir.

Birde şairin gönlünü teslim ettiği bir gönül vardır ki, işte bütün mesele burada başlar, Ahmet Necip Fazıl`ın farkı budur. Gönül insanını tanımak ezber ile olacak iş değildir, onu bu hale getiren sebepleri tanımak, insanı doğru sonuca götürür.

ABDULHAKİM ARVASİ (ks.)

Cenabı Hakkın (c.c.) dostunu tanımak, bugün nice Ahmed`ler nice Necip`ler nice Fazıl`lar olmak demektir. Hazretin (ks.) hayatını, hizmetlerini, değerlerini okumak lazımdır. Üstadın keskin çizgiyi çizdiği, gönül hanesinde nice satırları yakıp yıktığı, hayatının yönünü net bir şekilde çevirdiği, o çizgiyi çizmeden önce tuttuğu kalemin çizdikten sonra bütün değerlerinden vazgeçtiği, şiirlerine işlediği sır gibi o dokuya bend olduğu tarihtir 1934, yani hazreti (ks.) tanıdığı tarihtir.

İnsanın yaşamadan tecrube etmesine değinmemizde ki sebep, ezbere dile dolanmış Üstad sözleri, Üstad şiirleri nin fayda etmeyeceğidir. Eserlerini okumak ancak %30 luk bir yol aldırırken, şiirleri ile ancak bu yol %40 ` a kadar çıkar. Bu alınan yol yalnızca Ahmet Necip Fazıl KISAKÜREK`i anlamaktan ibaret kalır. Geri kalanı hakikat ile onun kalbi arasındadır. Peki onun gibi kendimizi bulup hakikati anlamakta ne kadar yol kat ettirir? Kocaman bir hiç... İşte bu yüzden şunu söylemek istiyorum, Üstad bugün ki ``anlamadan anmalara`` bir cevap verebilseydi, ``Gidin önce teslim olun...`` derdi...

Şu hassasiyete dikkat çekmek isterim, Üstad, manevi teslimiyeti sonrası göstermiş olduğu edepte halka karşı şu nazar ile yaklaşmıştır,

" Ya Rabbi vücûdumu o kadar büyüt ki, cehennemi ben doldurayım. Oraya bir başkası girmesin" (Hz. Ebu Bekir Ra.)

Kendi nefsini başka nefisler için feda edebilmek, erlikte son nokta gibidir. Gönül teslimiyeti budur, bu yüzden insan teslim olduğu gün doğar ve o gün nefs ölür. İşte bu düstur ve şiar ile tutulmuş kalemden doğan söz ve şiirlerin böylesine etkilemesine şaşmamalı. Aksine, boş bir gönül hayli afallar, şaşar bu şiirlere, sözlere.

Ahmed Necip Fazıl, kendisiyle tanışmasını gO ve Benh isimli eserinde şöyle anlatır;

CAMİNİN BAHÇE KISMINA GİRİNCE SOL TARAFTA, YERDEN BİR İKİ BASAMAK YÜKSEKLİĞİNDE, BALKONUMSU BİR YERDE, SARIKLI, BEYAZA YAKIN KIR VE UZUN SAKALLI BİR ZAT ÖNÜNDE, KİTABINI KOYDUĞU KÜÇÜK BİR YER MASASI ETRAFINDA, DİZ ÜSTÜ VEYA BAĞDAŞ KURUP OTURMUŞ BİR KÜME İNSAN ARALARINA GEÇİP OTURDUK. SON DERECE TESİRLİ BİR SES TANE TANE KONUŞUYOR.

DERS BİTİNCE ÖN SIRADA OTURAN BİR GENCİN YARDIMIYLA KÜRSÜDEN İNDİLER. ETRAFINDAKİLERE ŞEFKATLE BAKTILAR. POTİNLERİMİZİ GİYİP KENDİLERİNİ KAPIDA BEKLEMEYE BAŞLADIK. BAŞLARINI KALDIRIP O ANLATILMAZ GÖZLERİNİ ÜZERİMİZE DİKTİLER.

(BANA, YAKAN GÖZLERLE, BİR KERECİK BAKTINIZ;

RUHUMA BÜYÜK TEMEL ÇİVİSİNİ ÇAKTINIZ!)

BEN ATILDIM:

- AFFINIZI RİCA EDERİZ EFENDİM; ELLERİNİZDEN ÖPMEK SAADETİNE EREBİLİR MİYİZ?

UZANDIĞIM, ESMER, ZARİF VE İNCECİK PARMAKLI ELİ BİR CAN KURTARANA YAPIŞIRCASINA KAPIP ÖPTÜM.

- BİZ EYÜP SULTAN DA OTURUYORUZ, DEDİLER; GÜMÜŞSUYUNDA, NE ZAMAN İSTERSENİZ BUYURUN.

DEVLET !

EVLERİNE ÇAĞRILIYORDUK.

SICAK BİR İLKBAHAR GÜNÜ  KAŞGARİ DERGAHI İKİNCİ BULUŞMA. İLK SUALLERİ: NE İŞ YAPARSINIZ?

- BİR BANKADA ÇALIŞIYORUM. MUHARRİR VE ŞAİRİM İSMİM NECİP FAZIL

- TASAVVUFTAN BİR ŞEYLER BİLİYOR MUSUNUZ? OKUDUĞUNUZ KİTAP OLDU MU?

BAHRİYE MEKTEBİNDEKİ HATIRAMI ANLATTIM. SEMERETÜL-FUAD VE DİVAN-I NAKŞİYİ SÖYLEDİM. SON ZAMANLARDA DA, KARIŞTIRDIĞIM MARİFETNAME NAKŞİ DİVANININ KİMİN ESERİ OLDUĞU SUALİNE CEVAP VEREMEDİM.

İŞTE ATEŞTEN HARFLERLE BEYNİMİ DAĞLAYARAK SÖYLEDİKLERİ İLK FİKİR: BU İŞ KİTAPLA OLMAZ. AKILLA DA VARILMAZ. HİÇ YEMEĞİN LEZZETİ ÇATAL BIÇAKLA ARANIP BULUNABİLİR Mİ?

KAÇTA GİTMİŞTİK? BİLMİYORUM! ÖĞLE VAKTİMİYDİ, İKİNDİ MİYDİ? BİLMİYORUM! ÇIKTIĞIMIZ ZAMAN AKŞAM OLMUŞ, KARANLIK BİR SECCADE GİBİ EYÜPÜN ÜSTÜNE ATILMIŞTI.

-Bana ilk günden son güne kadar: Bizdensin!.. Seni mensup ve mahsuplarımızın arasına alıyoruz! Yola kabul edildin! dediler.

SEYYİD ABDÜLHAKİM ARVASİ HAZRETLERİ, AHMET NECİP FAZIL`A ŞU SÖZ İLE MÜBAREK KAPILARINDA VE MUKADDES YOLLARINDA VERDİKLERİ O GÜZEL DEĞERİ BİR NEVİ ÇAKTIRMADAN, NEFSİNE FIRSATI DOĞDURMADAN ŞÖYLE İFADE BUYURMUŞLARDIR.

SEN GEMİDESİN! AYAK SİLMEYE MAHSUS BİR PASPAS OLSAN YİNE GEMİDESİN! SENİ BIRAKMAZLAR! ALDIKLARINI BİR DAHA BIRAKMAZLAR.

("ANLADIM İŞİ SANAT ALLAH'I ARAMAKMIŞ,

Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış.")

VE ÜSTAD

MUARIZLARI, HAZRETİ TANIMADAN ÖNCE YAZMIŞ OLDUĞU ŞİİRLERİNİ KULLANIP O'NA ZAFİYET İSNAT ETMEK İSTEDİKLERİNDE ÜSTAT ŞÖYLE CEVAP VERMİŞTİR: "GEÇMİŞİ DÜRDÜM ÇÖP TENEKESİNE ATTIM. ÇÖPLERİ KARIŞTIRMAK İSE KEDİ VE KÖPEKLERİN İŞİDİR."

Cenabı Hak (c.c.) bizleri kendine dost ettiği gönle dost etsin inşaallah. Güzel işler güzel gönüller ile olur, bunu görmek ise, güzel bakmak ile olur. Bu güzel hizmette emeği geçen kardeşlerime teşekkürlerimi sunuyorum, hizmetiniz daim ola.

Yazan;

KUTBEDDİN BIÇAKCI

 ( ``Necip Fazıl Kısakürek'' 1931 - RUH)

Ya bin yıl, ya bin asır sonra o gün gelecek.

Koklarken küllerimi mezarımda bir böcek

O kadar yanacak ki, bir yüksüklük toprağım,

Yerden bir damar gibi kopup fışkıracağım!

Ve birden bakacağım, her tarafım bitişmiş,

Başım, toprak altında bir maden gibi pişmiş.

Nefesten daha ince bir ipek kumaş derim;

Fosfordan daha parlak, ince uzun ellerim yerine,

Benim diye baktığım şeyler miydi bir zaman?

Külümün rüyası mı yoksa

Başımda açılacak fânilerin seması

Ve onların toprağa gerçek diye teması,

Bir tatlı vehim gibi içimi bayıltacak;

Toprağın, koşacağım, üzerinde yalınayak;

Şehrin, dolaşacağım kuş gibi etrafında;

Bir beyaz hayaletin upuzun çarşafında,

Gezeceğim, doğduğum evin odalarını.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —