İnsan olmanın tarihi, ne ana
rahmine düşünce atılır ne de anne kucağına ilk koyulduğunda. Bu öyle bir
tarihtir ki, anne baba kalemi ile atılabilmesi mümkün değildir. Hangi zaman dilimi,
hangi an, hangi varlık ve yokluktan bahsediyoruz? Kimi anıyoruz? Faniye dayalı
bir anlayış ile mana deryasından pay bulmaya mı çalışıyoruz? Neden bir adam
doğar ve neden bir adam doğduğu gün ölür? Nasıl doğduğu an adam olur? Ne için
varlığını feda eder bu adam ve herkesin ``Ben varım`` dediği bu sahada neden
yokluk peşindedir? Bir adam, ona feda edileni saçının teli kadar görmeyip,
nefsini başkaları için neden feda eder?
YALNIZ BİR ADAM...
Etraf hayli kalabalık, bazen
alkışlar yükseliyor. Hatta bazen ses perdeleri yırtılıyor sanki. Bir dava, bir
hudut, bir zaman, bir niyet ve beklenen nihayet. Oysa kocaman bir yalnızlık var
ortada, dünyanın gözü ile görülmesi mümkün değil. Her sabah güneş yerini aldığı
an saklanıyor gönlüne yalnızlığı ve bütün gün içi içine sığmıyor. Çaresizlik
değil, yorgunluk, üzüntü, bilmezlik değil. Ne yana baksa boşluk ne yapsa
mutmain olmayan bir kalbi var. Yüzü gülüyor ama gönlü ağlarcasına buruk ve
biraz doluyor gözleri. Etrafında ki kalabalık bir teselli olmaktan çok onu daha
da yalnız bırakıyor. Gözleri gün geçtikçe yorgun yine de uykunun kapısını
çalmaktan kaçıyor. Dumana sarılıyor dudakları ve çekiyor ciğerlerine, sanki
boşluğu körüklüyor gibi...
Elinde ki kaleme bakıyor bir,
birde dönüp aklına. Gönlü çatlayacak sanki, ne yapsa kalbine yetmiyor, ardı
sıra gelenlerin dualarına sarılıyor bazen, yetmiyor. Kısa küreği ile kendi
nefsinin kuyusunu kazmanın peşine düşüyor ve sanki yalnızlık biraz terk ediyor
gönül kıyılarını. Git gide daha çok kazıyor ve zaman ilaçsı tesirini ve
arayışının bedelini gösteriyor... (Abdulhakim Arvasi hazretlerine teslim olur.)
BİR KALEM
O gönül sultanına bend olup,
huzurda iki büklüm olunca...
Kağıda her dokunuşunda ana
sütünün berraklığında duyguları emzirip, noktanın döşünde suskunluğu uyutuyor.
Mutmain bir kalbi gönül sultanının kapısına bend ediyor. Artık kalbi başka
çarpıyor, dünya dili susup yerini gönül diline bırakıyor. Eteğine topladığı
taşları günahı ile çalkalanan denizin dibine döküyor. Her tutulduğunda ay`a
benzeyen net duruşu, güneşin dahi silmeye kıyamadığı çizgiler bırakıyor.Bu
yüzden o kalem geceleri gündüz, gündüzleri bir gece hayal edip, her duygunun
ramaklarında dolaşıp bir ayağı çukurda uyanıyor uyumadığı uykudan. Çileyi
lezzet bilip, lezzeti yalnız başına bir zehir görüyor, her satırın başında
gönül sarhoşluğu ile sızıp akıl yolunu terk ediyor.
``Bir bardak su gibi çalkandı
dünyâ; Söndü istikamet, yıkıldı boşluk. Al sana hakikât, al sana rûyâ! İşte
akıllılık, işte sarhoşluk! `` diyordu
Ahmed Necip Fazıl KISAKÜREK.
ANMAK İÇİN , ANLAMAK GEREK.
Onu anlamak, yüzeysel okumalar
veya sereserpe, sözlerinden örnek vermek ile olmaz. Bir insanın yaşamadan
tecrube bulması mümkün değilse, gelin şu söze tamam diyelim. ``Laf olsun diye
söz olmaz, söz ihtiyar olmaz ise tat alınmaz.``
Peki nasıl anlamak mümkün?
Ahmed Necip Fazıl olarak
bakıldığında yalnızca varlığına cismine hayranlık duyularak onu anlamak mümkün
değil. Bir insan ne vakit kendini fark eder, işte o zaman eksikliğin ve bir
kuyunun renginin ne olduğunu görür. Şiir, hakikat ile kalp arasında hiç
kimsenin duymadığı fısıltıdır. Şiire bakım adam beğenmek, söze aldanıp daha
yaşamadan örnek vermek cahillik olur. Ahmet Necip Fazıl dendiği zaman, gönlünün
yalnızlığını ve kalbinin boşluğunu farkeden bir adam görmek lazım. İşte bu adam
o yalnızlığı ve kalbinin manevi hastalığını bir manevi doktora teslim olarak
tedavi ettirmiş ve tedavisinden sonra bulmuş olduğu huzuru kaleme alarak bu
güne örnek bir insan olmuştur. Ahmet Necip Fazıl, bir şiir, bir şair den daha
çok bir teslimiyet örneğidir. Onun şiirlerinde gönül yangınını görmeyen,
şiirden anladığını ifade ederse yalan söyler. Onun sözlerinde kalbin şifasının
bir sultana bend olmak olduğunu anlamayan, sözden anladığını ifade ederse yalan
söyler. Zannetmekle Hiçbir değer farkına varılmaz ve Hiçbir söz girmek istediği
damarı bulamaz.Peki bu şiirlerin ve bu sözlerin ardında yatan asıl sebep nedir?
Başlangıçta bahsettiğimiz olgunluğun gönül diline düşmüş halidir. Şair kişi,
şiiri gönlünden dilenir, gönüllerin sahibi olan Cenabı Hak (c.c.) dilerse bu
nimeti verir.
Birde şairin gönlünü teslim
ettiği bir gönül vardır ki, işte bütün mesele burada başlar, Ahmet Necip
Fazıl`ın farkı budur. Gönül insanını tanımak ezber ile olacak iş değildir, onu
bu hale getiren sebepleri tanımak, insanı doğru sonuca götürür.
ABDULHAKİM ARVASİ (ks.)
Cenabı Hakkın (c.c.) dostunu
tanımak, bugün nice Ahmed`ler nice Necip`ler nice Fazıl`lar olmak demektir.
Hazretin (ks.) hayatını, hizmetlerini, değerlerini okumak lazımdır. Üstadın
keskin çizgiyi çizdiği, gönül hanesinde nice satırları yakıp yıktığı, hayatının
yönünü net bir şekilde çevirdiği, o çizgiyi çizmeden önce tuttuğu kalemin
çizdikten sonra bütün değerlerinden vazgeçtiği, şiirlerine işlediği sır gibi o
dokuya bend olduğu tarihtir 1934, yani hazreti (ks.) tanıdığı tarihtir.
İnsanın yaşamadan tecrube
etmesine değinmemizde ki sebep, ezbere dile dolanmış Üstad sözleri, Üstad
şiirleri nin fayda etmeyeceğidir. Eserlerini okumak ancak %30 luk bir yol
aldırırken, şiirleri ile ancak bu yol %40 ` a kadar çıkar. Bu alınan yol
yalnızca Ahmet Necip Fazıl KISAKÜREK`i anlamaktan ibaret kalır. Geri kalanı
hakikat ile onun kalbi arasındadır. Peki onun gibi kendimizi bulup hakikati
anlamakta ne kadar yol kat ettirir? Kocaman bir hiç... İşte bu yüzden şunu
söylemek istiyorum, Üstad bugün ki ``anlamadan anmalara`` bir cevap
verebilseydi, ``Gidin önce teslim olun...`` derdi...
Şu hassasiyete dikkat çekmek
isterim, Üstad, manevi teslimiyeti sonrası göstermiş olduğu edepte halka karşı
şu nazar ile yaklaşmıştır,
" Ya Rabbi vücûdumu o kadar
büyüt ki, cehennemi ben doldurayım. Oraya bir başkası girmesin" (Hz. Ebu Bekir
Ra.)
Kendi nefsini başka nefisler
için feda edebilmek, erlikte son nokta gibidir. Gönül teslimiyeti budur, bu
yüzden insan teslim olduğu gün doğar ve o gün nefs ölür. İşte bu düstur ve şiar
ile tutulmuş kalemden doğan söz ve şiirlerin böylesine etkilemesine şaşmamalı.
Aksine, boş bir gönül hayli afallar, şaşar bu şiirlere, sözlere.
Ahmed Necip Fazıl, kendisiyle
tanışmasını gO ve Benh isimli eserinde şöyle anlatır;
CAMİNİN BAHÇE KISMINA GİRİNCE
SOL TARAFTA, YERDEN BİR İKİ BASAMAK YÜKSEKLİĞİNDE, BALKONUMSU BİR YERDE,
SARIKLI, BEYAZA YAKIN KIR VE UZUN SAKALLI BİR ZAT ÖNÜNDE, KİTABINI KOYDUĞU
KÜÇÜK BİR YER MASASI ETRAFINDA, DİZ ÜSTÜ VEYA BAĞDAŞ KURUP OTURMUŞ BİR KÜME
İNSAN ARALARINA GEÇİP OTURDUK. SON DERECE TESİRLİ BİR SES TANE TANE KONUŞUYOR.
DERS BİTİNCE ÖN SIRADA OTURAN
BİR GENCİN YARDIMIYLA KÜRSÜDEN İNDİLER. ETRAFINDAKİLERE ŞEFKATLE BAKTILAR.
POTİNLERİMİZİ GİYİP KENDİLERİNİ KAPIDA BEKLEMEYE BAŞLADIK. BAŞLARINI KALDIRIP O
ANLATILMAZ GÖZLERİNİ ÜZERİMİZE DİKTİLER.
(BANA, YAKAN GÖZLERLE, BİR
KERECİK BAKTINIZ;
RUHUMA BÜYÜK TEMEL ÇİVİSİNİ
ÇAKTINIZ!)
BEN ATILDIM:
- AFFINIZI RİCA EDERİZ
EFENDİM; ELLERİNİZDEN ÖPMEK SAADETİNE EREBİLİR MİYİZ?
UZANDIĞIM, ESMER, ZARİF VE
İNCECİK PARMAKLI ELİ BİR CAN KURTARANA YAPIŞIRCASINA KAPIP ÖPTÜM.
- BİZ EYÜP SULTAN DA
OTURUYORUZ, DEDİLER; GÜMÜŞSUYUNDA, NE ZAMAN İSTERSENİZ BUYURUN.
DEVLET !
EVLERİNE ÇAĞRILIYORDUK.
SICAK BİR İLKBAHAR GÜNÜ KAŞGARİ DERGAHI İKİNCİ BULUŞMA. İLK SUALLERİ:
NE İŞ YAPARSINIZ?
- BİR BANKADA ÇALIŞIYORUM.
MUHARRİR VE ŞAİRİM İSMİM NECİP FAZIL
- TASAVVUFTAN BİR ŞEYLER
BİLİYOR MUSUNUZ? OKUDUĞUNUZ KİTAP OLDU MU?
BAHRİYE MEKTEBİNDEKİ HATIRAMI
ANLATTIM. SEMERETÜL-FUAD VE DİVAN-I NAKŞİYİ SÖYLEDİM. SON ZAMANLARDA DA,
KARIŞTIRDIĞIM MARİFETNAME NAKŞİ DİVANININ KİMİN ESERİ OLDUĞU SUALİNE CEVAP
VEREMEDİM.
İŞTE ATEŞTEN HARFLERLE BEYNİMİ
DAĞLAYARAK SÖYLEDİKLERİ İLK FİKİR: BU İŞ KİTAPLA OLMAZ. AKILLA DA VARILMAZ. HİÇ
YEMEĞİN LEZZETİ ÇATAL BIÇAKLA ARANIP BULUNABİLİR Mİ?
KAÇTA GİTMİŞTİK? BİLMİYORUM!
ÖĞLE VAKTİMİYDİ, İKİNDİ MİYDİ? BİLMİYORUM! ÇIKTIĞIMIZ ZAMAN AKŞAM OLMUŞ,
KARANLIK BİR SECCADE GİBİ EYÜPÜN ÜSTÜNE ATILMIŞTI.
-Bana ilk günden son güne
kadar: Bizdensin!.. Seni mensup ve mahsuplarımızın arasına alıyoruz! Yola
kabul edildin! dediler.
SEYYİD ABDÜLHAKİM ARVASİ
HAZRETLERİ, AHMET NECİP FAZIL`A ŞU SÖZ İLE MÜBAREK KAPILARINDA VE MUKADDES
YOLLARINDA VERDİKLERİ O GÜZEL DEĞERİ BİR NEVİ ÇAKTIRMADAN, NEFSİNE FIRSATI
DOĞDURMADAN ŞÖYLE İFADE BUYURMUŞLARDIR.
SEN GEMİDESİN! AYAK SİLMEYE
MAHSUS BİR PASPAS OLSAN YİNE GEMİDESİN! SENİ BIRAKMAZLAR! ALDIKLARINI BİR DAHA
BIRAKMAZLAR.
("ANLADIM İŞİ SANAT ALLAH'I
ARAMAKMIŞ,
Marifet bu, gerisi yalnız
çelik-çomakmış.")
VE ÜSTAD
MUARIZLARI, HAZRETİ TANIMADAN
ÖNCE YAZMIŞ OLDUĞU ŞİİRLERİNİ KULLANIP O'NA ZAFİYET İSNAT ETMEK İSTEDİKLERİNDE
ÜSTAT ŞÖYLE CEVAP VERMİŞTİR: "GEÇMİŞİ DÜRDÜM ÇÖP TENEKESİNE ATTIM. ÇÖPLERİ
KARIŞTIRMAK İSE KEDİ VE KÖPEKLERİN İŞİDİR."
Cenabı Hak (c.c.) bizleri
kendine dost ettiği gönle dost etsin inşaallah. Güzel işler güzel gönüller ile
olur, bunu görmek ise, güzel bakmak ile olur. Bu güzel hizmette emeği geçen
kardeşlerime teşekkürlerimi sunuyorum, hizmetiniz daim ola.
Yazan;
KUTBEDDİN BIÇAKCI
( ``Necip Fazıl Kısakürek'' 1931 - RUH)
Ya bin yıl, ya bin asır sonra
o gün gelecek.
Koklarken küllerimi mezarımda
bir böcek
O kadar yanacak ki, bir
yüksüklük toprağım,
Yerden bir damar gibi kopup
fışkıracağım!
Ve birden bakacağım, her
tarafım bitişmiş,
Başım, toprak altında bir
maden gibi pişmiş.
Nefesten daha ince bir ipek
kumaş derim;
Fosfordan daha parlak, ince
uzun ellerim yerine,
Benim diye baktığım şeyler
miydi bir zaman?
Külümün rüyası mı yoksa
Başımda açılacak fânilerin
seması
Ve onların toprağa gerçek diye
teması,
Bir tatlı vehim gibi içimi
bayıltacak;
Toprağın, koşacağım, üzerinde
yalınayak;
Şehrin, dolaşacağım kuş gibi
etrafında;
Bir beyaz hayaletin upuzun
çarşafında,
Gezeceğim, doğduğum evin
odalarını.