Ben, personelden bir kısımlarının bulunduğu görevin yükünü çekecek kapasitede olmadığını ya da personelden bazılarının bulunması istenilen görev yükünü çekemeyeceklerini açıkça söylemiş ve teklifleri ya da aracılıkları bu yüzden kabul etmemişimdir. Benim bu şekilde davranmam bazı çevrelerce hata ve yanlış olarak değerlendirilmiş, bazı çevrelerce de "siyaset bunu kaldırmaz" denilerek bu davranış, esasta doğru olduğu halde suçmuş gibi gösterilmeye çalışılmıştır.
İşin esasına bakılacak olursa
herkesin farklı becerileri veya beceremedikleri işler vardır. Kamu hizmeti
verilen yerlerde, hizmet vermeyen ya da hizmet veremeyen, kendisini
geliştirmeyen, işine saygılı olmayan kişileri illaki bir yere getirip oturtmak
kadar anlamsız bir davranış yoktur. Hatta bu tür davranışlar, ifade biraz ağır
gibi görünse de halka ve hakka hakarettir denilebilir de. Yani bunun arkasında
;"Siz ancak bu uygulamaya layıksınız!" demeye varan gizli bir ifade vardır.
Yeri geldikçe kaç kere bu
konuya işaret ettim; görev verme konusu bir vebaldir. Şöyle bir soru soralım;
yöneticiler veya tavassutçular (aracılar) başarılı olmayan, görevin
gerektirdiği yeteneğe sahip olmayan, işini hakkıyla yapmayan bir kişiyi kendi
özel işlerinde çalıştırırlar mı? Eğer kendi işinde çalıştırmayacaksa, o kişi, o
zaman devlet işinde de çalıştırılmamalıdır. Bu tür davranışların farklı bir
yönü daha vardır; "Muhakkak ki Allah emanetleri ehillerine vermenizi ve
insanlar arasında âdil olarak (herkesin hakkını vererek) hükmetmenizi emreder."
(Nisa 4/58) ayetine göre, görev verilirken iki hususa dikkat etmek gerekir.
Birincisi; görev, işi bilene, ehline verilecek, diğeri de görev verilirken adil
olunacaktır yani kayırmacılık yerine hak edene görev verilecektir.
Bazı kişiler için; "Bu çalışanlar,
dışarıya çıksalar herkes havada kapar." gibi söylenen boş lafların sarf
edildiği zamanlar olur, olmuştur. Becerisi olmayan kişilere dışarıda kesinlikle
iş vermezler, zaten onlardan bazılarına da dışarıdan teklif gelse, orada bir
gün bile durmazlar. Bürokrasinin yani kamu işlerinin hantallaşmasının sebebi de
bunlar ve benzeri uygulamalardır. Bunlar başta kentimizin ve ülkemizin en büyük
sorunlarındandır.
"Pabucun dama atılması" işini
her ne hikmetse daha çok da ilgili programlarda, hep yöneten durumunda olanlar
anlatırlar. Bu tür anlatımlar örnek alınmıyorsa anlatım boşunadır, zaman heba
edilmiş, dinleyenler aldatılmış olur. Bir iş veya söz güzelse, doğruysa örnek
alınır ve uygulanır, dolgu malzemesi olsun, konuşmayı süslesin diye anlatılmaz,
anlatılmamalıdır, etik olmaz. Kamu hakları keyfi ve hoyratça kullanılmamalıdır.
Kentimiz başta olmak üzere ülkemiz ve diğer dostlarımız, bu ağır ve veballi
yükten derhal kurtulmalı ve bir daha da bu ağır yükün altına girmemelidirler.
Biz burada şehrimizi konuşuyoruz, yazıyoruz; ilimizin kalkınmada ve tanıtımda,
gerekli performansı yakalayamaması bu yüzdendir işte!
Olması mümkün olmayanı yapmak
ya da haksız istekleri yerine getirmek, topluma ve işe bir getirisi olmayacak
veya işlerin gecikmesine sebep olacak görev değişikliği, nakil ve açıktan
atamaların hepsi birer haksızlıktır. Haklı olanın hakkını korumak, ona sahip
çıkmak herkesin görevi olmakla beraber özellikle de güç sahibi olanların
görevidir. Bu işin ciddiyet kazandığını ben daha görmedim. Nerde haksız birisi
varsa, nerede çalışmadan, yorulmadan iş yapmak, para kazanmak isteyen varsa
onlar, kendilerine bir şefaatçi ararlar. Aracı olanların birçokları da o
kişiler hak ettikleri veya haksızlığa uğradıkları için değil, "Bu bana
çalışır!" diye düşündükleri için aracı olurlar. Olan da memlekete olur, hizmet
ulaşacak halka olur.
Müftülükte görev yaptığım
yıllardaydı; bir gün, daireye çok sık gelip giden kişilerden biri geldi. Müftü
Bey o gün yoktu, o olmayınca bana uğradı. O beni tanımıyordu ama ben kendisini
tanıyordum. O zaman çok etkili bir partiden İl Genel Meclis Üyeliği görevinde
bulunuyordu. Sadece kendisi değil, yakın akrabaları ve çevresinin tamamı farklı
yerlerde olsalar da politika ile uğraşıyorlardı. Yani çok etkin politikacı idi
bunlar. Oturması teklifinde bulundum. O tabi oturmadı; "Benim işim var, benim
işe bakın o bana yeter." gibi sözler söyledi. İsteğinin ne olduğunu sordum, bir
görevlinin nakil işi idi. Böyle bir işi takip ettiğini duyuyordum ama içeriğini
o anda öğrendim. Diyorum ya olmayacak işe olur demek, karşıdaki insanlara
saygısızlık olur, olmaması gereken bir işi oldurmak da halka saygısızlık, işe
de haksızlık olur.
Ben o zata o işin
olamayacağını söyledim. O bana sert bir ses tonuyla; "Neden?" dedi. Ben de,
çalışma yönergesine göre bu işin olmasının mümkün olmadığı söyledim. Açtım
yönergenin ilgili maddesini okudum.
Daha önce de benzer bir iş
için Başkanlığa yazı yazılmasını söylediğinde Müftü Bey'e ; "Bulunduğu yerde
iki yılını doldurmadan, iki yılın dolmasına birkaç gün de kalsa Başkanlık o
atamayı onaylamaz ." dedim. Postada geçecek günlerle Ankara'ya varana kadar o
sürenin dolacağı söylendi. Müftü Bey bana hak verse de arada etkin kişiler
vardı çünkü. Konu beni aşıyordu. İstenildiği gibi iş yapıldı ve gönderildi.
Hâlbuki çok açık bir şekilde, yönergede ;"Nakil sınavı yapıldığı tarihte,
görevli bulunduğu yerde iki yılını tamamlamış olmalıdır." yazıyordu. Bu yazının, tam da o günlerde
cevabı gelmişti. Başkanlık, o atamayı onaylamadığı gibi yönetim de o işten
dolayı tekit almıştı.
O yazıyı da meclis üyesi
kişiye okudum. Adam çok şaşırmış, tabir yerindeyse vurgun yemiş gibi, adeta
sarsılmıştı. Başkasının işi için bu kadar perişan olanı ilk defa gördüm. Ben
tekrar ;"Buyurun oturun, bir ikramda bulunalım." dedim. O zat bana ;"Sen bana
hayatımda görebileceğim en büyük ikramda bulundun. Sen ayağa kalkarsan ben seni
kucaklamak istiyorum." dedi. Sonra da ;"Yahu arkadaş, ben ilçe müftüsüne
varıyorum, "Baş üstüne" diyor, kaymakama varıyorum aynı söz, il müftüsüne
varıyorum tamam diyor, valiye söylüyorum merak etme diyor, ama bu iş iki aydan
beri olmuyor. Demek ki bunlar, bu işin olmayacağını biliyorlar, fakat bana
"olur" diyorlar. Demek ki bir işi siyaseten de zorlamamak gerekiyormuş, ben
arkadaşları zorladıkça onlar da zorlanıyorlarmış. Benim ayağım şimdi yere
bastı." benzeri sözler söyledi.
Bu kurumdan talep edilenlerde
bir başka yanlışlık daha vardı ki; yetersiz ve liyakatsiz kişiler için devreye
girildiği çok oluyordu. Bu yüzden de kurum çalışanlarının çoğu yara alıyordu.
Özellikle bu kurum müdahaleyi çekemez, bunun hesabını da kimse yüklenemez ve
veremez!
Ben, bulunduğum her görevde ve
yaptığım her işte, doğru iş yapmayı asla hata değil, onur verici davranışlar
bilmişimdir.
Yukarıda anlatmaya çalıştığım
türden değerlendirmede bulunanların veya yönetimde olmadığı halde dışarıdan
müdahalede bulunmayı kendileri için bir hak olarak görenlerin, neden böyle
davrandıkları aslında bellidir; içeride iş yaptıracakları ya da gerektiğinde
bilgi alacakları, kendilerine sadık kişiler olsun istemektedirler.
Bir de ısrarla bazı masaları
isteyen görevli kişilerin, birinci işleri dışarıdadır, asıl işleri ikinci iş
konumundadır. Israrla veya araya birilerini koyarak kendilerinin belirlediği
masada bulunmak istemeleri, daire içi işlere fazla muhatap olmadan ya da
bağlayıcı bir yönü bulunmadan, dışarıdaki işini takip etmeye daha müsait
olmasındadır.