Tarih: 30.01.2015 09:16

Kahramanmaraş Dosyası 32

Facebook Twitter Linked-in

Tam da bu bölümü yazmaya başladığım sırada, Cuma namazı çıkışında (12.12.2014) birisi bana yaklaşarak selam verip hayırlı cumalar diledi. Arkasından da; "Belediye kimseye kalmadı, gördünüz mü?" dedi. Onun neyi kastettiğini anlamadan ben de; "Belediye değil, dünya kimseye kalmaz!" dedim. O kişi devamla ; "Size saygım sonsuz, ama size hakkımı helal etmem!" deyince içinde taşıdığı bir rahatsızlık olduğunu anladım. Daha bazı sözler de ilave etti. Ben de cevaben ona; "Bakın, sizin şahsınıza karşı, kişiliğinizle ilgili bir yanlış davranışım olmuşsa, içeriğini bile sormuyorum ve özür diliyorum, ama hakkın varsa, helal de etmezsen, sana minnet etmem, çünkü bir şey değiştirmeyecek. Gerçekten sana, bilmeden bir haksızlık yapmış isem zaten helallik dilemem de gerekmez, çünkü orada bir kasıt yoktur, bilmeden yapılan hataları değerlendirecek olan Allah'tır. Yok, eğer bilerek bir haksızlık yapmış isem, sen de hakkını helal etmezsen, Allah katında onun cezasını çekmeye de hazırım, zaten başka seçeneğim de yoktur. Ancak, elhamdülillah, kesinlikle, bilerek hiçbir kimseye haksızlık yapmadım."  dedim. Tatlılıkla da ayrıldık. Yukarıda da anlattım ve bunu bilerek, farkındalıkla söylüyorum ki; kimseye bilerek haksızlık yapmadım ama doğru yapılan bir işi haksızlık olarak görenler için ben ne yapabilirim ki, o, kişinin kendi kusurudur.

Yöneticilik, gerçekten ateşten gömlek gibidir. Yüce Allah'ın, hesap gününde ilk ödüllendireceği kişilerden ya da gruplardan biri de adaletli yöneticilerdir. Bu işin yani yöneticiliğin elbette ki sorumluluğu büyüktür, herhalde bu ödül de durup dururken ya da hiç yoktan kişiye verilmeyecektir. Bir işin ödülü, sorumluluğu ile orantılıdır, cezası da aynı şekildedir.

O arkadaştan ayrıldıktan sonra anlattıklarını iyice düşündüm. Aradan belki on yıl geçmiş, hatırlamaya çalıştım, anlattıkları içerisinde benimle ilgili olmayan taraflar olduğu gibi ilgilendiren taraf da vardır. Ancak onun sözünü ettiği ve haksızlığa uğradığını zannettiği uygulamanın bir bölümü haksızlık değil, aksine bir haksızlığı ortadan kaldırmak için yapılmıştı. Bu yüzden çok rahatladım.

İşleri hiç de yoğun olmadığı halde yıllık izin kullanmayan çok sayıda işçi personel vardı. Üstelik bunlar izine gittiklerinde, yürüttükleri işlerde herhangi bir aksama yaşanması da söz konusu değildi. Durumu incelediğimde, bu durumda olanların işleri yoğun olmadığı için izin kullanmadıklarını, emekli ikramiyesi gibi, içeride izin parası biriktirildiğini görmüştüm. O kişinin anlattıklarının bir bölümü de bu kapsamda imiş.

O zamanın parası ile otuz-otuz beş milyar ikramiye alan işçi personel, beş ile on milyar arasında değişen, belki de daha fazla rakamlarda, kullanmadıkları izinlerin parasını alıyorlardı. Bu, işçi statüsünde çalışanlara uygulanan bir yöntemdir. Memur olan personele yıllık iznini kullanmadığında izin parası ödenmediği gibi kullanmadıkları izinleri de belirli süreden sonra yanmaktadır. İşçi, izne gittiğinde Cumartesi ve Pazar günleri izine dâhil değildir ama memur izine gittiğinde Cumartesi ve Pazar günleri de izine dâhildir. Uygulamada, işçi personel ile memur personel arasında bir de böyle bir haksızlık vardır. Bugüne kadar da bu yanlışlığı ya da haksızlığı düzeltmeye kimse ne teşebbüs etmiş ne de gündeme getirmiştir.

Personel bu düşünce ve hesapla izin kullanmazken, ilgili birim amirleri de her ne hikmetse bu kişilere bir program dâhilde izinlerini kullandırtmamışlar. Dolayısıyla kurum, bu uygulamadan dolayı bir şekilde zara uğratılmış.  Bu durumda olanları, bir program dâhilinde zorunlu izine göndermek suretiyle haksız kazanç elde edilmesinin önüne geçmeye çalışmıştık. Zaten belediye o zamanlarda ekonomik yönden zor günler geçiriyordu. Şimdi ben de soruyorum; bu durumda olan kişi, nasıl bir hak iddia edebiliyor ve kim kime hakkını helal etmeme gibi bir hakkı kendisinde görebiliyor ki? Sonra, hangi işte daha verimli olacaksa, personelini o işte çalıştırmak, yöneticinin hem görevi hem de hakkı değil midir? Hakları varsa elbette alsınlar ama hak edilmeyen bir parayı almaya hiçbir personelin hakkı, vermeye de hiçbir yöneticinin yetkisi yoktur. Bu esasa bağlı kalınmadığında bunun hesabını kim verebilecektir? Bunların, belki de açık bir şekilde, o kişilere anlatılıp ancak haklarına talip olmaları gerektiği açıklanmalıdır ki onlar da bunun bir hak olmadığını bilsinler ve öğrenmiş olsunlar. Bunu da birim amirlerinin yapması gerekirdi, herhalde ben anlatacak değildim, bunları da yapmayacaklarsa birim amirleri ne iş yapacaklardır o zaman? Anlaşılan o ki bu işler böyle yürütülmüş!

Bu tür uygulamaların hangi yöntem ve maksatlarla yapıldığını anlamış da değilim. Yine bir Cuma namazı çıkışında belediyede görev yapan birisi yanıma gelerek hâl ve hatır sordu, karşılıklı kısa bir sohbetten sonra; "Başkan Bey beni, benim de istediğim bir göreve getirmek için söz vermişti ama buna siz mani olmuşsunuz, doğru mu?" diye sordu. O sırada ben belediyeden ayrılalı şu anda tam hatırlamıyorum ama bir yıl veya daha fazla zaman olmuştu. Ben o görevliye; "Ben belediyeden ayrılalı ne kadar oldu, üstelik şu anda ben belediyede de değilim, bir etkim de yetkim de yok, Başkan hâlâ orada, ben o zaman mani olmuşsam git şimdi kendisi alsın, önünde bir engel yok!" dedim. Bildiğim kadarıyla o görevli, ondan sonra da sözünü ettiği göreve getirilmedi. Şimdi bu etik mi, insanlara şirin görünmek için takip edilen bu yöntem doğru mudur?

Bir şekilde görev yeri değiştirilen personelden biri, milletvekillerinden birini devreye girdirmiş. Milletvekili telefonla Başkanı aramış, başkan arda bir söz söylemiş, iş olmamış, bu sefer Milletvekili görevliyi aramış, Başkanla aralarında geçen konuşmayı olduğu gibi aktarmış, o da geldi arada geçen konuşmaları bana anlatmıştı. Bu nasıl bir yönetim sistemi, bunlar her şeyden önce ne kadar etiktir?

Belediyeler başta olmak üzere, kurumların verimli olamamalarının en etkin sebebi yetenekli kişilerle çalışma içerisinde bulunulmamasıdır. Bu yazı serisi içerisinde kaç kere yazdım, yeri geldikçe de pekişmesi bakımından daha da belki yazacağım; bunlar yanlış olmanın ötesinde bütün topluma karşı yapılmış bir haksızlıktır, yanlış uygulamalardır. Bunun vebalini kimse çekemez. Önce insanlar dürüst iş yapmayı öğrenmelidirler, işlerinin ehli olmalıdırlar ve helal kazanmaya da kararlı olmalıdırlar. Yoksa öyle dinden, Allah'tan söz etmeyi bırakmalıdırlar.

Yanlış işlemlerin olduğu yerde nasıl ayakta kalındığına çok hayret ederim, sonra da onun sebebini az sayıda da olsa iyi insanlar ve iyi işlere bağlarım.

Bunları gördükten sonra bazı kişilerin, belediyeler gibi kurumların yakın yerine niçin yaklaştırılmadığını veya bunun tersi durumları çok daha iyi anlıyorum.

Herkes bir şekilde sınavdan geçmiştir, geçmektedir. Bize verilen imkânları en doğru ve en verimli bir şekilde kullanıp, kamu hizmeti verirken, bu uygulamalardan rahatsız olunmasını, dedikodudan başka dayanağı olmayan ve birileri tarafından icat edilen suni durumlar bahane edilerek huzursuzluk üretilmesini anlamak ve kabul etmek mümkün değildir.  Herkesi kendi hesabını doğru tutmak zorundadır, ben bunu bilirim.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —