Bu dosyayı yazmaktan ötürü kimseyle cedelleşmek (tartışmak, didişmek, münakaşa etmek) gibi bir niyetimin olmadığını buraya kadar kaç kere belirttim. Eğer öyle bir niyetim olsaydı, belediyeden ayrıldığım günün hemen arkasından, toplumda şok tesiri yapacak açıklamalarda bulunur, kentimiz ve siyaset üzerinden bazı kişilerin, kafalarında kurguladıkları hedeflere ulaşmak için yaptıkları ya da bilerek yapmayıp öteledikleri işler hakkında bildiklerimi ve gördüklerimi tek tek yazardım.
Aslında;
"Kol kırılır yen içerisinde kalır" sözü son zamanlarda bizim cenahta çok
fazlasıyla istismar edilmiş bir deyimdir. Karşı tarafa zafiyet görüntüsü
vermemenin yanında güçlü görünmek için içinde bulunduğu zafiyeti gizlemek veya
muhtaç durumda olmasına rağmen dışa karşı onu belli etmemek, ya da ailevi
meseleleri ve benzer konuları kendi aralarında çözümlemek üzere gizlemek,
dışarıya sızdırmamak anlamındaki bu deyim üzerinden yapılan haksızlıklar, çok
büyük bir usturuplulukla örtbas edilmiştir.
Bu
deyim üzerinden üretilen algı ile toplum üzerinde oluşturulan baskı, aslında derinlemesine
tartışılacak bir konudur. Bazılarının sığınağı olan bu söz, uygulamada, işlenen
yanlışlıklardan dolayı gelebilecek eleştirilere karşı, sürekli bir kalkan gibi
kullanılmış, kurnaz menfaatçılar tarafından alabildiğine istismar edilerek,
masum insanların duyguları yine bu algı üzerinden sömürülmüştür.
İşlenen
yanlışlıklar, kimi çevrelerce çoğu zaman bu yöntemle bilinçli olarak örtbas
edilirken bu kurnazlığın farkında olan kişiler de, masum kişilere ve topluma
zarar gelmemesi için çoğu zaman bilinçli olarak yine masumane bir düşünceyle
suskun kalınmayı tercih etmişlerdir. Her hâlükârda masum kişiler ezilmişler,
diğerleri de aldatmış olmanın bu dünyadaki zaferini doyasıya yaşamışlardır.
Toplumu ve esası ilgilendiren konularda bu şekilde davranmak da aslında farklı
bir aldanılmışlıktır!
Bir
yakınımızın taziyesinde bulunduğumuz bir sırada, çok sevdiğim ve saygı
duyduğum, bu vesileyle de rahmetle anmak istediğim bir hocamla uzunca
yaptığımız ikili sohbette, rahmetli hocam çok çarpıcı açıklamalarda bulunmuştu.
Şahsen benim tanımadığım, ancak bu kentte çok hafız ve öğrenci yetiştirdiği
söylenilen, dayak atması ve falakasıyla da meşhur olan, Rasim Özdenören'in bir
eserinin kahramanı durumundaki hoca efendiden söz ederek, haksız yere yediği
dayaklardan dolayı iç geçirmişti. Hocam, haksız yere yediği dayağı ima ederek
tepki vermediği için;" Hâlâ çok pişmanım, karşı koymadığıma" demişti. Onun
ifadesindeki;" karşı koyma" hoca efendiye değil, atılan dayağa dolayısıyla
haksızlığa idi.
Belki
de hocam, bendeki haksızlığa karşı tepkili olma içgüdüsüne, o gün inceden
göndermeler yapmıştı. Yanılmıyorsam lise ikinci sınıfta idik. O zaman normal
eğitim görüyorduk. Öğleden sonraki iki dersin ilk dersi hocası olmadığı için
boştu. Bunu da hesaba katarak öğle arasında arkadaşlarla hamama gitmiştik.
Çıkışta havada hafif bir esinti vardı, herhalde esinti saçlarımı biraz
kabartmıştı. Biz okula geldiğimizde müdür yardımcılarından birinin, ders boş
geçmesin diye bizim sınıfa girdiğini öğrenmiştik.
Arkadaşlarımla
birlikte biz de gecikmeli olarak sınıfa girdik. Edebiyatçı olan müdür
yardımcımız o yıl bizim dersimize girmiyordu. Elinde kalın hacimli, ismini
hatırlamadığım, ansiklopediye benzer, çeşitli şairlerin şiirlerinin bulunduğu
bir kitap vardı.
Hocam
benimle de biraz daha samimi bir ilişki sürdürürdü, belki de bu yüzden ;" Haydi
söyle, istediğin şiiri okuyacağım." dedi. Ben de bir şiir ismi söyledim.
Hocam,
şiiri çok güzel okurdu, daha yeni başlamıştı okumaya, yanılmıyorsam ilk kıtayı
okumuştu. O arada okul müdürü hışımla sınıfa girdi. Ben de öğretmen masasının
karşısındaki ilk ön sırada oturuyorum. Hep birlikte ayağa kalktık, elinde
makası gördüğümde her öğrenci gibi içim cız etti. Ani bir davranışla ilk benim
saçımı, tam da alnımın çatıdan kesiverdi. Sonra da ;" Aç avucunu!" dedi. Ben de
mizacıma hiç uygun olmadığı halde, o güne kadar belki hiçbir öğrencinin
vermediği bir tepkiyle; "Açmıyorum!" dedim. Sınıfın havası buza kesmişti. Benim
bu tepkimden sonra müdür bey bana; "Terbiyesiz!" dedi, ben de buna karşılık,
"İfadenizi kabul etmiyorum!" dedim. Tabi o asabiyetle epeyce arkadaşımın da
saçları kesilmiş oldu.
Müdür
beyin, gediği hışımla sınıfı terk etmesinin ardından müdür yardımcısı; "Vay be!
En sefil adam bile haksızlığa uğradığında arslan kesiliyormuş!" demişti.
İnşallah ilerleyen zaman içerisinde, Allah izin verirse anılarımla
destekleyerek eğitim-öğretimde yaşanan hatalar ve öğretmen davranışları
konusunu toparlamaya çalışacağım, bir faydası olursa!
Bunu
şunun için anlatıyorum; bir yanlışlık olduğunda "Kol kırılır yen içinde kalır"
demeden, yapılan yanlışlıklara usulü dairesinde karşı koymak ve işlerin düzgün
yapılmasını sağlamak çok önemli bir görevdir. İşte bu yapılmadığı için hata
yapanlar hep aynı yöntemle bir kısım insanları sustururlarken yine aynı algıdan
dolayı haksızlığa maruz kalanlar da susmuşlardır. Tabi olan vatana ve millete
olmuştur. Suçu işleyip sonra da örtbas edenler, bunun sualini bakalım nasıl
vereceklerdir? "Ne yaptıysam davam için, teşkilatımın selameti için yaptım!"
savunmasıyla işlenen haksızlıklar, ilk defa da işlenmiş değildir. Bize ait
olmayan bu yöntemi, "bizim" olmaya hak kazanamayan çevreler oldukça sevmiş
görünmektedir. Fakat bu hataların, zaman içerisinde telafisi mümkün olmayan
olumsuzluklara sebep olabildiği de unutulmamalıdır. Gerektiğinde kırıp
dökmeden, söz söyleme yetisine sahip kişilerce, gerektiğinde yüksek sesle
yanlışlıklara karşı çıkmaları ya da yanlışın düzeltilmesini istemeleri herkes
için aslında oldukça da hayırlıdır.