Kent yöneticileri, kendi görev alanları içerisinde, başta vatandaşın hakkını korumayı, iş ve işlemlerinde adil olmayı ilke edinmelidirler. Yöneticiliğin ilk şart ve gereksinimlerinden biri budur. Halk, toplumsal hakkı koruyamayacağı gibi bazı durumlarda kendi hakkını bile koruyamaz, bunun için devlet gücü gerekir. Aslında devlet marifetiyle yapılacak işlere halk karışmamalıdır, işin doğrusu budur. Ama vatandaşlar, haklarının korunduğundan da emin olmalıdırlar. Bu yüzden yöneticinin bizzat kendisi, haksızlığın önünü açarsa bu, güven kaybına ve kırılmalara sebep olur!
Bizim gibi sosyal ve kültürel olgunluğunu ile kültürel birikimini büyük ölçüde kaybetmiş toplumlarda, taraftarların kendilerini, yapılan yanlışlıkları savunmak zorunda hissetmeleri, halkın arasına tefrika (ayrılık) girmesine ve kırılganlıkların yaşanmasına sebep olmaktadır. Burada şunu belirtmekte de yarar vardır; yönetici ve halk cephesinde asla kişisel taraftarlık olmamalıdır. İnsan, sadece hakkın ve doğrunun yanında yer almalı ve savunmalıdır.
Yönetim kadrosu, doğru işler yapmayı bir tarafa bırakıp oy tabanını memnun etmek ya da makamını korumak için işler yapmaya ya da yanlışlık ve haksızlıklara aynı perspektiften bakarak göz yummaya başladığı andan itibaren, daha çok hatalar yapmaya başlarlar. Vatandaşların, her ne surette olursa olsun, doğru olmadığı halde, kendi isteklerine uygun işler yapılmasını beklemeleri de aynı yanlışlığın yaşanmasına sebep olur. Kısaca yönetim, doğru işler yapmalı, vatandaş da doğru işler yapılmasını hem talep etmeli hem de yapılan doğru işlere destek vermelidirler.
Birçok ilde olduğu gibi bizim ilimizde de bir zamanlar, tablacı tabir edilen seyyar satıcılar vardı. Her geçen gün bunların sayıları artıyordu. Herkes gibi biz de bu vatandaşlarımızı ekmek parasını kazanmak için çalışan garibanlar olarak görüyorduk. İş öyle bir noktaya geldi ki, bu satıcılar camilerin, bir kısım resmi kurumların, hatta konumu bu işlere müsait olan vatandaşlardan bazılarının evlerinin giriş kapılarının önüne kadar işgal etmeye başladılar.
Yeni taşındığım evin balkonunda bir akşam otururken, saat 22.00-23.00 sularında, sanki kentteki bütün seyyar satıcıların sıra verdi bir noktaya doğru taşındıklarını gördüm. Bunun iki sebebi olabilir diye düşündüm. Birisi, bu seyyar satıcıların çoğunluğu o semtte bir yerlerde ikamet etmektedirler ki bu çok zayıf bir ihtimaldi, ikincisi de bu satıcılar, o semtte bir ambar kiralayıp akşamları malları ile beraber arabalarını oraya bırakıyor olabilirlerdi. Sonra öğrendim ki hiç biri değilmiş!
Merakımı gidermek için ertesi gün zabıta amiri rahmetli Cuma Bey'e durumu ve düşüncemi anlattım. Öğrendim ki bizim gariban olarak bildiğimiz seyyar satıcılar bizim bildiğimizden daha da gariban imişler. O el arabaları bir kişiye aitmiş. Her gün sabahleyin, satıcılar arabalara, patronun kente getirdiği mevsimin meyvelerinden kilogramla alır yüklerler, toplanma saatine kadar ne satabilirlerse satarlar, toplanma saatinde satamadıklarını tartarak teslim ederler, aradaki farkın yani satılan ürünün, belli olan fiyata göre parasını patrona öderler, buna karşılık da yevmiyelerini alır giderlermiş.
Verilere göre, patron durumunda olan kişinin maliye kaydı yok, getirdiği mallardan o güne kadar hiç birine hâl çıkış fişi kestirdiği görülmemiş, ortada böyle bir işlem yok. Üstelik malın ve piyasanın fiyatını bu kişi belirlermiş, böyle bir tekelleşme işte.
Şimdi ise bu işlerin daha değişik platformlarda ve daha usturupluca yapıldığını duymaktayız. Mal, doğrudan üreticiden alınmakta ve doğrudan satış noktasına getirilerek, piyasa değerinden yani malın üzerine KDV, hâl komisyon ücreti gibi yasal olarak uygulanması gereken işlemler uygulanarak satılmakta imiş. Şu an ben bunların dışında olduğum için sadece bunları duyuyorum. Ancak bildiğim bazı durumlar vardır ki; şimdi olduğu gibi öteden beri bu tür konular hep konuşulur ve şikâyet konusu olurdu. Nitekim Belediye Başkan Yardımcısı olarak atamamı yaptığında Başkan Bey bana: "Yarın ilk görevine Sebze Hâli'nden başla! " demişti. Ben de öyle yapmıştım. Sabah Hal'e vardım, bir sandalye aldım, çıkış kapısından birindeki kulübenin (odanın) önüne oturdum ve yoğunluk geçene kadar gazete okudum.
Ertesi günü, esnafların feryatları bazı meclis üyelerinden ve yönetimde bulunanlardan yükselmeye başladı. Meğer benim o hareketimden esnaf çok fazla tedirgin olmuş, çıkış fişleri doğru veya doğruya yakın kesilmiş, kontroller de ona göre biraz sıkı yapılmış!
Bu şikâyetler günlerce devam etti. Orada öğrendim ki mevsimine göre, mesela muz gibi tekelleşmeye uygun bazı pahalı ürünlerin faturası pek olmazmış ve bu yüzden de çıkış fişi kesilemezmiş! Bunun dışında bir de çoklu miktarlardaki ürünlerde uygulanan sistem de farklıymış, bir kamyon portakala, karpuza kestirilen hâl fişi ile bir kaç kamyon mal getirilip satılırmış. Hâl'e girmeden satış yerlerine giden ürünler için de aynı durum söz konusu imiş. Kapitalist düzen böyle bir şey işte; birileri mutlak kazanacak, birileri onları kollayacak, çoğunluk da köle gibi işlem görecek, bazıları da arada geçinecek! Hâlâ bunları aşamamış bir ülkede hangi demokrasiden, hangi hak ve hukuktan söz edilir, anlaşılması mümkün müdür, şahsen ben anlayamadım bir türlü, bir de benim gibiler için;" Fazla dürüst adama değil, iş bitirecek adama ihtiyaç var!" denilmesini!
Kahramanmaraş Sebze Hâli'nin güney tarafında hâlihazır üç, kuzeyinde ise yanlış hatırlamıyorsam sürekli kapalı tutulan bir kapısı var. Baştan beri öyle miydi, bilmiyorum. Güneyde bulunan ortadaki kapı da çalıştırılmıyordu. Bir ara girdi-çıktıları daha rahat kontrol altına alabilmek için iki alternatif üzerinden öneride bulunmuştum; "Kapının birinden giriş, diğerinden çıkış olsun." dedim. Bu teklifim, bazı komisyonculara haksızlık olur gerekçesiyle çok eleştiri ve tepki aldı. Hâlbuki daha adil bir uygulama olacaktı. Kapının birinden giren esnaf diğer kapıdan çıkıncaya kadar bütün komisyoncuları görmüş olacaktı. İkinci olarak; "Hâl'in güney doğu ve güney batı tarafındaki her iki kapısını da kapatalım, ortadaki kapıyı açalım ve işlerlik kazandıralım, kapıyı ikiye bölelim, bir taraftan girilsin diğer taraftan çıkılısın" dedim, ona da; "Olmaz, İşyerlerinin çoğu çalışmaz" denildi, tabi beni kimse ikna edemedi, çünkü öyle bir şey olamayacaktı. Üst yönetim bu duruma sessiz kaldı, dinlemeyi uzattı, zamana yaydı, ben de bu düşüncemi doğal olarak gerçekleştiremedim.
Zannederim birçok il ve ilçelerde aynı iş ve işlemler olmaktadır!
Seyyar satıcıların, dar olan kaldırımları daha da daraltmalarından ve bu işin işleyiş şeklinin anlaşılmasından sonra Kahramanmaraş'ta seyyar satıcılık işi tarih oldu. Belediye başkanı bu kararın arkasında tam olarak durdu. Biz, o seyyar satıcıların hepsine semt pazarlarından yer vermek istedik ve teklifimizi söyledik. Bazıları semt pazarlarında iş yapmayı tercih etti, bazıları ise seyyar arabalarla satış yaparken göstermediği alınganlığı semt pazarı teklifinde gösterdi ve yer almadı.
Bir gün öğle arasından sonra, tam mesai saatinin başladığı anda, belediye binasının önünde aniden bir kalabalık oluştu. Ne dedikleri pek de anlaşılmayan gürültülü bir ses çıkarıyorlardı. Patronluk yapan kişi, iş verdiği seyyar satıcılarını toplamış, belediyenin önüne yığmış. Emniyet mensubu bir yönetici, o alandaki durumun tespitini yapmış, patron durumundaki şahsı arabasına alarak meydandan uzaklaştırmasıyla toplanan kalabalığın dağılması bir olmuştu.
Beraber çalıştığımız Başkan Bey aslında kaldırım işgallerini de ilk başlarda sesiz sedasız bitirmişti. Önemli işyerleriyle birebir görüşmüş ve onlara bu işi bitirmek istediğini söylemişti. Onlar da bu düşünce ve teklifi olumlu bulmuşlar, kaldırımlardan çekilmişlerdi. Bu durum epeyce bir zaman, bir dönem devam etti. Fakat daha sonraları işin ucu bırakıldı ve bugünkü görünüm ortaya çıktı. Yönetici kararlı olunca halk da yanında olmaktadır, o, işin takibini bırakınca halkın çoğunluğu da çekilen alanı derhal dolduruyor demek ki