Yönetimlerin de kişiler gibi "kendileri" olmaları gereklidir, doğru olanın bu olduğu kanaatindeyim. Başkalarını taklit eden yönetimler hemen hiçbir zaman rüştünü ispat edemedikleri gibi kendi halkının ve yöresinin ihtiyaçlarını da tam olarak tespit edemezler. Bu da yönetimde verimsizliğe ve zaman kaybına sebep olur.
Her nedense belediye yönetimleri, genelde birbirlerini,
daha çok da kendi partilerinden olan ve kitlesel büyüklüğe sahip belediyeleri
taklit etmeyi tercih ederler. İzledikleri bu yol ve yöntem, fasit bir dairede
kalmalarına sebep olduğu halde bir türlü kendileri olmayı deneyemezler ya da
denemezler yani kentin ve kentte yaşayanların ihtiyaçlarına göre veya ideal bir
kent projesi üzerinde çok yönlü bir ortak akıl çalışması yapıldıktan sonra
belirlenen hedefe göre icraatta bulunmaya pek cesaret edemezler. Bunları,
birebir yaşamış olanlardan biri olarak söylüyorum.
Komşu illerden birinde yapılan bir toplantı sırasında, o
ilin metropol ilçe belediye başkanlarından birinin, kendi faaliyetlerini
anlatması karşısında oldukça etkilendiği sözlerinden belli olan üst yönetici,
söz konusu belediyenin çalışmalarını yerinde görmemizi tavsiye etmişti.
Doğrusu o ilçe adına anlatılanları ben de merak ettim,
ilgili müdür arkadaşlardan birini yanıma alarak yakın komşumuz olan metropol
ilçeye haberli bir ziyarette bulundum. Sağ olsunlar, belediye başkanı başta
olmak üzere birçoğu akademisyen başkan yardımcıları, bize oldukça fazla ilgi
göstermişler, nerede ki günlerini bizimle geçirmişlerdi.
Söz konusu belediyenin çalışmaları arasında bize ilham
verenler de oldu tabi, ancak bazı çalışmaların daniskasını ve çok daha
fazlasını, hem de profesyonel denilecek şekilde, hatta Türkiye'de ilk
olanlarını bile bizim yaptığımızı bizzat görmüş olduk. Bizdeki bu farklılığı
üst yöneticinin bilmemesi garip bir durum olmakla beraber dönüşümde yine de
bizzat kendisine anlattım. Bir örnek verecek olursam; onların 20 metre kareyi
geçmeyen, adına; "Hayır Çarşısı" dedikleri, raflarında çok az sayıda giysi ve
eşya bulunan bir eşya toplama ve dağıtma birimleri vardı. Hâlbuki bizdeki eşya
toplama ve dağıtım merkezi tam anlamıyla donanımlı bir mağaza görünümündeydi ve
hâlâ da öyledir.
Zaten hep böyle olur; başkalarının yaptıklarının
benzerlerinden daha iyisini yaparsınız, üstüne üstlük siz, ülke çapında ilk
olan, çok büyük projeler gerçekleştirirsiniz, bir il belediyesi açısından
devasa denilebilecek işler yaparsınız, yanı başında olduğunuzdan mıdır,
kıskançlıktan mıdır, size yakıştırılamadığından mıdır(!) nedendir bilinmez,
sizin yaptığınız iş ya da işler görülmez de dışardan bakılan bir yerin minnacık
işleri dev gibi görünür. Şahsen ben bunu hiç anlayamadım! Hani komşunun tavuğu
komşuya kaz görünürmüş ya! Üstelik yaptığımız çok önemli bu çalışmaların hiç
biri için bugüne kadar; "Bu işi ben yaptım" da demedim, her zaman sütre
gerisinde kalmayı tercih ettim, sahiplenmeyi ayıp saydım.
Bugünkü adıyla bir çalıştaya katılmak üzere il dışında
bulunduğum sırada, Belediye Başkanı bir grup arkadaşa, ilimizin içme suyu
projesi olan Karasu ile ilgili çok acele olmak talebiyle bir çalışma yapmaları
için talimat vermiş. Onlar da bülten gibi bir çalışma hazırlamışlar. Ben
döndüğümde çalışmanın çok dar kapsamlı olduğunu gördüm ve bu iş için daha geniş
çalışma yapılması gerektiğini söyledim. Başkan Bey acele ediyordu. O kısa
çalışmanın bile nereden bakılsa az bir zamanda çıkmayacağını, o kadar sürede
daha kapsamlı bir çalışma yapabileceğimizi ifade ettim. Daha önce "Dört Mevsim
Maraş" dergisinde, Kahramanmaraş'ın içme suyu ile ilgili, bu alanda yaptığım
bir çalışma yayınlanmıştı. Yani biraz hazırlıklı idim. Basın yayın Bürosunda
görev yapan arkadaşların da katkılarıyla bir ay gibi kısa bir sürede,
Kahramanmaraş Belediyesinin çok önemli bir projesi olan "Karasu" içme suyu
çalışması geniş hacimli bir kitap haline geldi.
Başkan Bey Karasu projesinde çalışan herkesin, tek tek
isimlerini, emeği geçenler başlığı altında, kitabın sonuna bir bölüm açtırmak
suretiyle yayınlatmak istiyordu. Çünkü o sahada çalışma yapan herkese bu konuda
söz vermişti. Büro çalışanları arkadaşlar, dikkatli bir şekilde, bu işte emeği
geçenlerin, her kademesinde çalışmış olanların isim listesini hazırlamışlar.
Kontrol sırasında benim de adımın yazılı olduğunu gördüm. Mahrem durumları
burada anlatmayacağım.
Arkadaşlara benim adımın yazılmasını istemediğimi
belirterek ismimi listeden çıkardım. Bir ara, kitabın hazırlığında gelinen
durumu görmek için büroya gelen Başkan Bey, emeği geçenler listesine baktığında
benim adımı görmeyince arkadaşlara, neden benim ismimi yazmadıklarını sormuş.
Onlar da durumu anlatmışlar, o tekrar yazılmasını söylemiş, tam o sırada ben de
büroya vardım. Bana da aynı şeyleri söyledi. Ben, adımın yazılmasını
istemediğimi söylememe rağmen ısrarla benim adımı kendisi yazdırdı.
Bunu da benim kendimden söz ettirmek gibi bir
davranışımın asla olmadığını belirtmek için söylüyorum. Bu, işin bir yönü.
Bugün bunları yazma maksadımı da daha önce belirttim; Bu yazdıklarımla
şehrimizin neden gelişmediğine bir ışık tutmaya çalıyorum sadece. Ayrıca
başarılar, ben önde görünmediğim için bugüne kadar hep üst yöneticinin hanesine
yazılmıştır ve hâlâ da yazılmaya devam etmektedir. Ben bunları önemsemiyorum
da.
Geceyi gündüze katarak, çok kısa bir süre zarfında
"Kahramanmaraş'ta Karasu" kitabını hazırladık. Bir belge ve arşiv nitelinde
olan, emek mahsulü kitap hakkında "ucube" diyenler bile oldu. Olsun, bir iş
yaptığınızda, herkesin onu beğenmesini bekleyemezsiniz, kimse de beğenmek
zorunda değildir. Bir tarafta eleştiriler olurken diğer taraftan da güzel
sözler de duyuyorduk; İTÜ den bir öğretim görevlisinin, öğrencilerine bu
kitaptan örnekler aktardığını ve tavsiyede bulunduğunu duymuştum. Bu, bu
alandaki örneklerden bir tanesidir.
Kitap, o günkü bütün milletvekilleri, üniversiteler,
kütüphaneler dâhil çok yerlere dağıtıldı. Milletvekillerimizden sadece birsi
beni telefonla arayarak çalışmadan dolayı; "Doktora tezi niteliğinde bir
çalışma" sözleriyle iltifatta bulundu ve tebrik etti. Konuyu daha fazla açmaya
gerek yok, Kahramanmaraş'ımızın sıkıntıları ve gelişme gösteremeyiş
sebeplerinden sadece bir örnektir bu. Kahramanmaraşlılar olarak bizim en zor
yaptığımız hatta yapamadığımız iş, teşekkür etmektir. Hatta teşekkürü de bir
tarafa bırakalım; aleni beğenmemezlik göstermektir. Bu konuda daha üstümüze
yoktur.
2012 ya da 2013 yılında Bakanlık belediyeler arası proje
yarışması düzenlemiş. Kahramanmaraş Belediyesi ilk başta bu yarışmaya "Taziye
Evleri" projesi ile katılmaya karar vermişken sonradan kim akıl ettiyse "Bu
proje Nedim Tepebaşı'nın" demişler ve projeyi yarışmaya göndermemişler (ben
2008 sonunda belediyeden ayrıldım). Adıyaman Belediyesi buradan ilham alarak
uyguladığı aynı proje ile yarışmaya katılmış ve birinci seçilmiş. Şu hâle
bakın!
13.08.2015 günü bir taziyeye gittim. Oturduğum koltuğun
bitişiğinde de Belediye çalışanı bir arkadaş oturuyordu. Bir ara o arkadaş, "Bu
Taziye Evleri sizin eseriniz" dedi. Ben de; "Biz, Yunus Emre'yi yaptık sadece,
bunlar benden sonra yapıldı." dedim. Arkadaş da; "Proje size ait ama" dedi.
Şimdi bunlara nasıl mani olunacak peki? "Keser döner, sap döner, bir gün hesap
döner" hesabını unutmamak gerekir. Her zaman hizmetleri paylaşmak güzeldir.
Maraş bunları aşmak zorundadır, kalkınmanın yolu da ilk önce buradan geçer.