Tarih: 30.09.2015 09:12

Kahramanmaraş Dosyası 58

Facebook Twitter Linked-in

Şehir imar planı ilk yapıldığı sırada kurumlar için yer belirleme işi yapılmadığı gibi imar tadilatları yapıldığı sırada da bu konu değerlendirilmemiştir. Değişiklik yapıldığı sıralarda bu alanda yer belirlemek bir tarafa sonradan gelen makul talepler bile yerine getirilmemiş, kurumların kente ve kent halkına hizmet ettiği gerçeği adeta göz ardı edilmiştir. Bunlardan bir tanesi de "ADLİYE SARAYI"dır.

Bizim görevde olduğumuz sırada, Başsavcı Adliye Sarayı için yana yana yer arıyordu. Adliye binası ihtiyacı karşılamıyor, işini takip edenler Adliye koridoruna sığmıyordu.

Planlı bir kentte kurum ve kuruluşlar, sosyal donatılar halkın rahatlıkla ulaşabileceği bir mekânda olmalıdır. Hatta otopark gibi günün gereksinimleri için yeteri kadar yerler ayrılmalı ve işler hâle getirilmelidir. Özellikle de kurumlar birbirine yakın mesafede olmalıdır ki aynı işin bağlantılı olduğu birden fazla kuruma gidip gelme rahatlık ve imkânı birlikte sunulmalıdır. Mesela Tapu Dairesi'nde işi olan vatandaşa "Nüfus kaydını getir." denildiği zaman, vatandaş yürüyerek gidip gelmek suretiyle bu işini aynı zaman dilimi içerisinde yapabilmelidir.

Daha önceki bölümlerde de belirttim; Şeyh Adil Mezarlığı hariç, Maraş'ta hiçbir iş uzun vadeli yapılmamıştır. Benim bildiğim; Şehirler Arası Otogarı'nın dördüncü, Sebze Hâli'nin üçüncü, Belediye Binası'nın yıkılıp yeniden yapılması dâhil üçüncü yeridir. Bunlar benim bildiğim aşamalardır, benim bilmediklerim ve burada saymadıklarım bu hesaba dâhil değildir. Bunların hepsi millî servettir, hepsine paralar harcanmıştır.

"Orta Hâl" olarak bilinen, şu anda üzerine, yerel basında hakkında eleştirilerin yapıldığı "Kültür Park" inşasının devam ettiği, Hayrullah Mahallesi'ndeki alan üzerindeki bina boş ve metruk bir durumdayken bir önceki yönetim tarafından yıktırılmış ve düz bir alan hâline getirilmişti.

Uzun süre boş duran bu alan, gecekondu mantığı ve kırsal yaşam zihniyetiyle birçok satıcı ve nakliyeciler tarafından bölüm bölüm işgal ediliyordu. İlk başta göz yumulan bu işgalleri kaldırmak için ayrı bir efor sarf ediyor bu yüzden de tatsızlıklar yaşıyorduk.

Bir müddet o bölgede ikamet ettiğim için o alanın bir panayır yeri gibi olduğunu çok iyi biliyorum. Açıktan tuvaletini yapanlardan tüpünü, demliğini kurup çay demleyenlere, hatta yaz günleri karpuz satışı yapanların, yataklarını açıp bedenlerinin büyük bir bölümü çıplak bir vaziyette yatmalarına kadar her türlü olumsuzluk orada yaşanıyordu. O alanda yaşanan olumsuzluklardan haberi olmayan, bunları anlamayan bazı kişiler benim ismimi vererek, hakkımda akla hayale gelmeyecek ifadelerle bakanlığa şikâyetler göndertiyorlardı. Bunların belki de büyük çoğunluğu en yakınımızdaki kişiler tarafından organize ediliyordu. Belediye binasına 150-200 metre mesafede ve şehrin merkezinde yaşanan bu olumsuzlukların ortadan kalkması için ben mücadele ederken, o kişiler nazarında ben halktan yana olmamış oluyordum, onlar ise halkın yanında olmuş oluyorlardı; bu nasıl bir şeyse! Yani çevrede yaşayanlar ve o alandan gelip geçenler halk olmuyor da üç-beş işgalci halk oluyordu. İşte bu kenti ilerletmeyen mantık da bu idi. Orası boş kaldıkça nerede ki her gün yeni bir olumsuzluk ortaya çıkıyor, biz izin vermedikçe de sayıları mahdut, haksız kişilerle o oranda tatsızlıklar artıyordu.

Söz konusu bu alan ile ilgili gerçekleşmeyen bir hayli planlar kuruluyordu ama bir işlem de yapılmıyordu. Nihayet "Adalet Sarayı" için yer arayan Başsavcı bu alana talip oldu.

O zamanlar, çok sınırlı olan belediye bütçesine artı katkısı olsun diye üst yönetici, içinden arsaya çok yüksek değer biçiyor, arsayı vermemek için birçok yolları deniyordu. Bu yüzden de adliye ile bir türlü anlaşamıyorlardı. Sezinlediğim kadarıyla Başsavcı, o günkü Adliye Binası ile arsayı takas etmeye rıza gösterecek gibiydi.

O sırada devreye girerek, kurumların bizim halkımızın işini gören birimler olduğunu, bu açıdan bakarak onların işlerinde yardımcı olmamız gerektiğini anlattım ve o zamanki Adliye Binası ile arsayı takas etmeye, o binanın belediye olarak bizim işimize yarayacağına Başkan Bey'i ikna ettim. Tabi başta "Yok" deyip de sonradan "Olur" demek kolay değil ama bir şekilde bu çözüm Başsavcı'ya iletildi ancak o zaman da Başsavcı, mülkiyeti hazineye ait, Üngüt'deki şimdiki Adliye Sarayı'nın yerini bulmuş olduğundan teklifi kabul etmedi.

Necip Fazıl Şehir Hastanesi gibi yeni Adliye Sarayı da çok güzel bir binaya kavuşmuş oldu. Ancak yeni hastane binası gibi benzer kaderi paylaşan Adliye Sarayı'nın da hastane kadar olmasa da şehir merkezinden çok uzağa yapılmış olmasının dezavantajını, birinci dereceden işi halkla olan avukatlarla halk yaşamaktadır. Şehir merkezinden bir işi için Adliye'ye giden bir vatandaşın, gidiş dönüş, bir saatten aşağı olmamak üzere bir zamanını yolda harcaması burada da söz konusudur. Bu durumda kim kazanmaktadır, kim de kaybetmektedir? Herkes işine gücüne döndü lakin vatandaş bu durumu yaşamak zorunda kaldı.

 

Bu tür işlerde kim kimin malını, mülkünü, parsını kimden esirgemektedir?

Bildiğim kadarıyla Defterdarlık ve Maliye'nin faaliyetlerini sürdürdüğü binalar kamu malı değildir. O binalara sığmayan bu iki kuruluş kendilerine yer aramaktayken Dulkadiroğlu Belediyesi'nin, kısa adıyla Diş Hastanesi olarak anılan binadan doğu istikametine o yolun en sonunda bir arsayı Maliye'ye tahsis ettiğini duydum, doğruluğunu bilmiyorum anacak doğru ise bu konuda da geçmişin duyarsızlığının ve iş bilmezliğinin cezasını yine vatandaş çekecektir.

Gerçekten bu kentin hâli nedir böyle? SGK'nın şehir merkezindeki binasının satılacağı söylenirken SGK almış başını bir tarafa gitmiş, Emniyet Müdürlüğü Binası çürüktür diye tahliye edilmiş, her bir birimi bir yerlerde, yeni yapılan belediye binası birimlerini bünyesinde toplayamıyor, metropol ilçe kaymakamlıklarının ve belediyelerinin yerleşim yönünden yaşadıkları olumsuzluklar ortada! Bu nasıl bir durum böyle?  Maraşlılar için "İki yakanız bir araya gelmesin denilmiştir!" sözüne nerede ki insanın inanası geliyor vesselam.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —