Ortadoğu'nun bugünkü karakteriyle ortaya çıkışının tarihi, bu coğrafyadan Türk kalkanının çekilmesiyle, yani 1918 ile başlar. Bir kısmı doğrudan işgal edilen, bir kısmı manda idaresi kurulan bu ülkelerde oluşan sömürge rejimlerinin yetiştirdiği kadrolar, yeni bir tarih yazıcılığıyla Türklere zihinlerini ve kalplerini kapattılar. 1980'lerden sonra ise uyanan İslâm dünyasının kendi mecrasında gelişmesi engellendi, özellikle 2010'lardan itibaren Arap baharı denen gelişmelerle bir kaosa dönüştü.
Bu
kaosta, şu anda bir büyük tehlike olarak Irak ile Suriye topraklarında doğan IŞİD'in önceki El-Kaide'den farkı, Batılı
hedeflere saldırmak yerine bu coğrafyada bir devlet olmak istemesidir. Ortadoğu'daki
çatışmacı kültürün omurgasını ise, 1979 İran devrimiyle bir devlet ideolojisi
olarak yorumlana militan Şiilik ile
Vahhabî tecrübesinden evrilerek bu güne ulaşan Cihatçı Selefîlik teşkil etmektedir. Çatışmaların odağı haline
gelen Suriye'ye şimdi artık Rusya'nın doğrudan müdahalesiyle işler daha
karmaşık hale gelmiştir. Onunla kalmamış, yaşadığımız acı terör saldırılarıyla
beraber doğrudan doğruya kendi içimize sirayet etmeye başlamıştır.
Şimdi
sorumuz şu: Bu noktaya gelinmesinde
Türkiye acaba hangi yanlışları yaptı?. Birincisi, diğer Ortadoğu ülkeleri
gibi Suriye'de de bir rejim değişikliği
olacağı düşüncesiyle ön almak istedi; Şam ile ilişkilerini çabuk kopardı.
İkincisi, Suriye'deki çatışmaların
seyrini ve süresini de yanlış hesap etti, Esad rejimi altı ay içinde
yıkılır sandı. Üçüncü yanlışı, Uludere
olayından sonra PKK ile masaya oturdu. Bunun üzerine Türkiye sopası üstünden kalkmış
olan PKK tarihte ilk defa Kuzey Suriye'de hâkimiyet alanı, yani kantonlar
oluşturdu. Türkiye, Suriye PKK'sı
olan PYD-YPG yapılanmasını başlangıçta önemsemedi; nasıl olsa kısa zamanda
Şam rejimi çöktüğünde bu yapıları da ortadan kaldırmak kolay olacak diye
düşündü. Bu hesaplar tutmayınca Türkiye
zincirleme zararlar gördü: Önce çözüm sürecinden yararlanan PKK, Kuzey Suriye'yi yönetebileceğini
gördü. İkincisi, buralarda çok sayıda militan besleyecek hâle geldi, ordulaşma aşamasına geçti. Üçüncüsü,
PYD-YPG yapılanmaları, elde ettikleri özerk güçleri sayesinde Dünya devletleriyle,
ABD ile, Rusya ile diplomatik ilişkiler
kurmaya başladı. PKK Amerika'ya, karada sizin yerinize biz savaşırız dedi
ve savaştı da. Ardından Kantonlar arasındaki toprakları da birleştiren PKK alan
hâkimiyetini genişletti. PKK'nın amacı, Kuzey
Suriye'den Akdeniz'e doğru bir hat oluşturarak, Türkiye'nin Irak petrollerini
nakil hatlarını kontrol edeceği seviyeye gelebilmekti. Bu hat ayni zamanda,
Türkiye'nin Ortadoğu'yla kara bağlantısını PKK'nın denetlediği bir kuşak
üzerinden yapmak zorunda kalacağı anlamını da gelir. Bu kadar güçlenen PKK,
Türkiye'den de Suriye'den elde ettiğim kazanımların bir benzerini elde
etmeyeceğim hiçbir çözümü kabul etmem demeye başladı. Böylece, üç yıl önce yediği darbelerle ümitsizlik
derecesinde zayıflayan PKK'dan, çözüm sürecinde, gücünü tazelemiş, ordulaşmış,
içerde siyasî desteğini artırmış, dışarıda uluslar-arası diplomatik muhatap
haline gelmiş bir dehşet manzarasına kadar gelindi. Türkiye bu noktada artık
neleri kaybettiğini iliklerine kadar hissetti.
Sadece
bundan ibaret değil, Suriye
politikasının da ne kadar ters teptiğini, üç yıl içinde Esad'ın kazandığı
destekler yüzünden yaşadı. Üstelik
Esad'a yapılan en büyük desteğin, İran
üzerinden yapıldığını gördü. O İran ki, Batı kendisine nükleer yaptırımlar
uygularken, Türkiye Güvenlik konseyi üyesi olarak ABD ve Batıyla arasını açmak
pahasına onun lehine bir plan taslağı hazırlayıp Birleşmiş Milletlere sunmuştu.
Nihayet, Kırım'ı ilhaka kadar son yıllarda güç gösterisi yapan Rusya'nın Esad'a
da hava desteği vermesi, Ortadoğu meselesine yeni bir boyut kazandırdı. Böylece
Türkiye, Suriye politikasındaki bütün temel
varsayımların yanlışlığını gördü. O
yanlışlık, ülkemizin varlık-yokluk kavgası haline getirdiği terörle
mücadelesinde zafiyet yarattı, aksine Terör örgütünü güçlendirdi. Ve terör örgütü yeniden saldırmaya başladı.
Suriye politikalarındaki hatalar,
güneyimizde bir vekâletler savaşına yol açtı. Şöyle
ki, Türkiye'nin sınırı yalnızca bir iç-savaş coğrafyası olmaktan çıktı, büyük
güçlerin kendilerine yakın örgütleri birbirlerine karşı kışkırtarak rekabet
ettikleri bir vekâletler savaş alanına dönüştü. (Yani falanca örgüt şu
devletin, öbürüsü bu devletin hesabına savaşmaktadır.) Yakında Rusya'nın Irak
hava sahasında uçtuğunu da duyarız.
Sınırlarımızdaki yangın arttıkça,
Türkiye'ye de sirayet ediyor. Türkiye'den Suriye'deki
örgütlere " PKK'ya, IŞİD'e v.s. giden - ve oralarda çarpışan teröristler,
Türkiye'ye dönünce oradaki düşmanlıklarını da buralara taşıyorlar. Ankara'daki terör hadisesi kapımızdaki
tehdidin büyüklüğünü gözler önüne serdi. Gerekli tedbirler almak için önce IŞİD'in ne olduğu anlaşılmalıdır.
IŞİD, Amerikan'ın Irak'ı işgalinden sonra
doğmuş ve Irak EL-KAİDE'sinden dönüşüme uğramış bir örgüttür.
Irak'ta hem Amerika'ya karşı - büyük kayıplar pahasına -çarpışmış, hem de
mezhep çatışmalarıyla halk nezdinde yer edinmiş, Amerika'nın çekilmesinden
sonra Suriye'deki iç savaştan yararlanarak büyümüş bir kanlı terör örgütü. Ama diğer örgütlerden farkı, ayni zamanda
Irak-Suriye ortak coğrafyasında bir devlet kurmak amacını gütmesidir. Esad,
Dünyaya karşı kendini haklı göstermek için IŞİD'in vahşetlerine ve diğerler
örgütlerin büyümesine başlangıçta göz yummuştur. Buralara, Türkiye dâhil birçok
Batı ülkesi ve ABD'den büyük miktarda militan akışı olmuştur. Batı ülkelerindeki
çoğu Suudî kaynaklı selefî camiler bu tip elemanların zihnen beslendiği,
yuvalandığı mekânlardır. İŞID, bir
ülkede yer tutmak isterse, yöntem olarak oralardaki etnik veya mezhep temelli
fay hatlarını kullanır. Ayni yöntemle, geçenler Suudi Arabistan'da da Şii
camilerini bombaladı. Amaç, oradaki Şiileri sokağa dökmekti. Türkiye'deki
eylemlerini de böyle değerlendirmek gerek. Ama burada Şii camii değil de, ona
göre Ankara Garı'nın önünde toplanan miting kalabalığı elverişli olmuştur.
IŞİD'ın Türkiye'ye yönelik iki amacı olduğu
anlaşılıyor: 1. Yaptığı eylemlerle kendine ideolojik zemin yaratmak; 2.
Türkiye'de bir iç çatışma çıkarmak ve bu iç çatışmanın esas coğrafyası sayılan
Güneydoğu'ya nüfuz etmek. 6-8 Ekim olaylarını gördük; bu tip
olayların kalıcı hale gelmesi, hem PKK'nın, hem IŞİD'ın işine gelir. PKK
başarırsa, Suriye benzeri bir kanton da burada kurmuş olacak. PKK'dan kurtulmakla
beraber Türkiye'de İŞID'ten yana olacak bir Güneydoğu yaratıldığında ise, Suriye'de
büyük devletlerin artan baskısına dayanamaz hale gelip buradan çıkmak zorunda
kalacak IŞİD için, Türkiye'ye nüfuz etme
planı gerçekleşecek. Üstelik ona göre burada, Suriye'deki gibi dünya
devletlerine karşı değil, tek bir Türkiye ile savaşmak daha kolay olacaktır. Bazen
dillendirilen, bizim coğrafyamıza da uluslar-arası bir müdahale olur mu
sorusunun cevabı, Allah korusun böyle bir cehennem fotoğrafından çıkabilir. Görüldüğü
gibi etrafımızdaki bir büyük yangının kıvılcımları bize de sıçramaya başladı. O halde ne yapmalıyız:
1-
Elbette ilk tedbir, sadece PKK'ya, IŞİD'e
karşı değil, muhtemel her çeşit örgüte karşı kararlı mücadele etmek ve Devlet egemenliğini ülkenin her bölgesinde
tesis etmektir. Türkiye'nin çözüm süreci adına ülkenin bir bölgesinde üç
yıl boyunca ihmal ettiği güvenlik boşluğu, diğer terör örgütlerinin de iştahını
kabarttı.
2-
İkincisi; Suriye'deki savaşın uzayacağı
biliniyordu. Rusya'nın müdahalesi bunu kanıtladı. Eğer büyük devletler isteseler
şimdiye çoktan kadar çözerlerdi. Ama bu devletler petrol meselesi başta olmak
üzere birçok hesabını Suriye üzerinden görmek istiyor. O halde Türkiye'ye düşen sorumluluk, hangi ittifak içinde olursa olsun,
ülkesini bir çatışmalar coğrafyasına dönüştürmemek; bu anlamda içinde
olduğu ittifakın önünde koşmamak; denge siyaseti gütmek ve zaman kazanmaktır.
3-
Kazanacağı zaman içinde Türkiye'nin
yapacağı diğer bir şey, millî imkân ve
kapasitelerini arttırmaktır. Sadece NATO'ya güvenmeden kendi güçlerini
geliştirmektir. Türk milleti, yüz yıl önce bu tehlikeleri yaşamış, ama bir
büyük yangının içerisinden ülkesini kapıp kurtarmış, bugünlere gelmiştir. Geçmişte bütün bu kabil meselelerimizi güçlü Devlet aklıyla aştık, yine
de aşacağımıza inanmaktayız. (HABER MEKEZİ)