SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Halil İbrahim Öztürk,yeni koronavirüs
salgının kaynağı, bulaşma şekli, hastalığın seyri, tedavisi ve alınacak
önlemler gibi konularda her geçen gün toplum bilgisinin arttığını, ancak maruz
kalınan bilgi kirliliğinin" felaketleştirme" eğilimini körüklediğini söyledi.
Bilgiyi doğru kaynaktan öğrenmenin ruh sağlığı açısından
büyük önem taşıdığına dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, "Sağlık Bakanlığı'nca
yurttaş olarak yapmamız ve yapmamamız gerekenler konusunda yeterli düzeyde
aydınlatılıyoruz. Bu tedbirleri önemseyip özen göstermek yapıcı kaygının
ürünüdür. Hem fiziksel hem de ruhsal sağlığımıza olumlu etki ederek bu krizden
en az zararla çıkmamızı sağlayacaktır" dedi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Psikiyatri Uzmanı da olan
Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, Çin'den başlayarak dünyaya yayılan yeni koronavirüs
salgınının hem bireysel hem de toplumsal düzeyde düşünce, duygu ve
davranışlarda bir dizi değişikliklere yol açtığını kaydetti.
Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, "Hali hazırda bu yeni tehdit
karşısında olması gereken bu değişimler, bir düzeye kadar amaca hizmet edip
yeni durum karşısında uyumumuzu artırırken, aşırılıkları ise tam tersi zararlar
vermeye başlıyor" ifadelerini kullandı.
Kaynağı, bulaşma şekli, hastalığın seyri, tedavisi ve
alınacak önlemler gibi konularda her geçen gün bilgiler artarken, maruz kalınan
bilgi kirliliğinin "felaketleştirme" eğilimini körüklediğine vurgu yapan Dr.
Öğr. Öztürk, bu durumun korku, kaygı, kızgınlık gibi herkes için evrensel
duyguları açığa çıkardığına dikkat çekti.
KAYGI,
KORKU VE FOBİ
Birbirleriyle iç içe geçen birbirine yakın olan kaygı,
korku ve fobi terimleri arasında bazı farklılıklar bulunduğunu anlatan Dr. Öğr.
Üyesi Öztürk, şöyle devam etti:
"Korku; Bilinen, dış odaklı, belirli bir tehdide karşı
gelişen duygusal bir yanıttır.
Kaygı; Bilinmeyen, belirsiz ya da çatışmalı tehdide karşı
bir yanıttır, daha çok gelecekteki bir tehdidin beklentisidir.
Fobi; Bir nesne ya da durum karşısında ortaya çıkan aşırı
korku ve bu korkuya ikincil olarak gelişen ısrarlı bir kaçınma davranışıdır.
Korkudan farkı gerçek durumla orantısız biçimde aşırılığıdır.
Örneğin; bir gezintiye çıktığınızı düşünelim. Bu gezinti
sırasında üzerinize koşarak gelen saldırgan bir köpek karşısında verdiğimiz
tepki korkudur ve bu durum kendimizi korumamızı sağlar, tümüyle işlevseldir,
bizi hayatta tutar.
Gezinti sırasında köpek çıkabilir uyarısı ile
karşılaştınız. Bu durumda yaşadığımız kaygıdır ve temkinli olmamızı sağlar. Bu
kaygının düzeyi, gezintinin tadını çıkarmanıza engel olmuyor ya da yarıda
kesmenize yol açmıyorsa yine işlevseldir, yararlı bir kaygı örneğidir ancak
engel olacak düzeyde yaşanırsa artık yıkıcı ya da patolojik kaygı olarak
tanımlanır.
Bu kez önünüze saldırgan olmayan, tasma ile bağlı bir
köpek çıktı ama aşırı korku tepkisi yaşadınız. Kalp atışlarınız hızlandı, soluk
alışverişleriniz derinleşti, kaçtınız ya da dona kaldınız. Bu ise fobidir ve
hiçbir durumda işlevsel değildir.
Hayat hepimiz için bir gezinti ve önümüze yeni koronavirüs
salgını çıktı. Üstelik oldukça eşitlikçi bir salgın, hiçbir ayırımı yapmıyor.
Yalnız değilsiniz."
KAYGI
NE ZAMAN BİR PROBLEM OLARAK ELE ALINMALI?
Bu salgın karşısında kaygı ve belki de korku duymanın
doğal ve insani tepkiler olduğunu anımsatan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, "Hepimiz
kaygı yaşarız. Kaygı kişinin tehditleri engellemek ya da tehditlerin
sonuçlarını azaltmak için gerekli önlemleri almasını sağlar. Dolayısıyla bu
salgında kaygılanmamız ve altı çizilen kurallara riayet etmemiz riski hem
bireysel hem de toplumsal düzeyde azaltacaktır" şeklinde konuştu.
Yapıcı kaygının bir tehdit beklentisi ya da belirsizlik
durumlarında yaşandığına, farkındalığı ve tedbirleri artıracağına işaret eden Dr.
Öğr. Üyesi Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yıkıcı ya da patolojik kaygı ise belirsizliğe
tahammülsüzlük ve belirsizliği felaketleştirme gibi işlevsiz yorumlama
durumlarında kendini gösterir, yaşamımızı olumsuz etkiler. Kaygı, tehdit
beklentisine karşı orantısız biçimde güçlüyse, uzun süre devam ediyorsa, kişiyi
aşırı derecede rahatsız ediyor ya da günlük hayattaki işlevlerini yerine
getirmesini engelliyorsa bir bozukluk olarak ele alınmalıdır ve tedaviyi
gerektirir.
Koronavirüs salgını özelinde, sürekli haber kaynaklarını
takip ediyor, ellerinizi kozmetik sorunlara varacak sıklıkta yıkıyor, tekrar
tekrar ateşinizi kontrol ediyorsanız, her öksürdüğünüzde zihninize otomatik
biçimde kesin hasta oldum düşüncesi geliyor ve umutsuzluğa kapılıyorsanız,
günün büyük kısmını kaygı, keyifsizlik, sinirlilik gibi olumsuz duygularla
geçiriyorsanız, bedeninizde stresin olumsuz etkilerini hissediyorsanız ve bu
durum günlük hayattaki rollerinize engel olacak boyuta gelmişse yardım almak için çekinmeyin."
BUNLARI
YAŞIYORSAM ZAYIF BİRİYİM
"Genel olarak polikliniğimize başvuranlardan oldukça sık
duyduğumuz bir etiketleme türü ben zayıf biriyim' şeklindedir. Bu etiketlemeyi
koronavirüs salgınında ruhsal olarak daha olumsuz etkilenen ve salgın tehdidini
bireysel olarak yönetmekte zorlanan kişilerden de duyar hale geldik" diyen Dr.
Öğr. Üyesi Öztürk, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Bir olayın stres etkeni olarak algılanıp algılanmaması,
olayın doğasına, kişinin kaynaklarına, psikolojik savunmalarına ve başa çıkma
mekanizmaları gibi farklı etkenlere bağlıdır. Bazı kişiler biyolojik olarak
kaygılanmaya yatkın mizaca sahip olabilirler.
Erken çocukluk çağlarından itibaren yaşadıkları, sadece
kendi hayatlarından değil diğer insanların hayatlarından da öğrendikleri, belki
de geçmiş travmaları onları kaygılanmaya yatkın kişiler haline getirmiş
olabilir. Bu durumu zayıflıktan ziyade duyarlılık ya da yatkınlık olarak
tanımlamak daha gerçekçi olacaktır."
SAĞLIK
BAKANLIĞI'NIN UYARILARI VE BİLGİ KİRLİLİĞİ
Bilgi kirliliğinin ruh sağlığı üzerindeki olumsuz
etkilerine değinen Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, şöyle konuştu:
"Dijital çağın önemli sorunu haline gelen bilgi
kirliliğinin bu global krizde olmaması şaşırtıcı olacaktı ama maalesef
şaşırmadık. Bu salgında yine bilgi kirliliği bombardımanına maruz kalıyoruz. Bu
durum hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak süreci yönetmemizi olumsuz
etkiliyor. Resmi ve güvenilir kaynaklardan teyit edilmeyen sansasyonel
bilgilere bir şekilde kaçınılmaz olarak maruz kaldığımızda en azından bunun
yayılmasına aracılık etmemek yapılması gereken en basit ve doğru tutum
olacaktır.
Sağlık Bakanlığı'nca yapmamız ve yapmamamız gerekenler
konusunda yeterli düzeyde aydınlatıldığımıza inanıyorum. Bu tedbirleri
önemseyip özen göstermek yapıcı kaygının ürünüdür. Hem fiziksel hem de ruhsal
sağlığımıza olumlu etki ederek bu krizden en az zararla çıkmamızı
sağlayacaktır. Bu tedbirlerin ötesinde aşırı çabalar, ek tıbbi katkı
sağlamadığı gibi patolojik kaygımızı beslemekten ve ruh sağlığımızı bozmaktan
başka bir işe de yaramayacaktır."
KORONAVİRÜSSALGINI
BİZLERE NE DİYOR?
"Belki de bu salgın bizlere bir şeyleri anımsatmaya
vesile olabilir ya da öğrenmemiz gereken yeni şeyler var bu krizden" diyen Dr.
Öğr. Üyesi Öztürk, bunları şöyle sıraladı:
"Mesela gezegende sadece insanoğlunun var olmadığını
hatırlatıyor olabilir. Uzun zamandır sarılmayı unuttuğumuz, bu günlerde ise
zorunlu olarak uzak durduğumuz aile büyüklerimizi ya da hastalığı olan riskli
yakınlarımızın kıymetini anımsatıyor olabilir. Teknolojik cihazlarla iletişime
geçmenin bağ kurmak olmadığını, sağlık çalışanlarıyla aynı safta yer aldığımızı
ve bir ötekine muhtaç olduğumuzu anlamamıza yardımcı olabilir."
TÜRKİYE
PSİKİYATRİ DERNEĞİ'NİN KORONAVİRÜS SALGINI ÖNERİLERİ
Türkiye Psikiyatri Derneği'nin
yeni koronavirüs salgını ile ilgili önerilerine değinen Dr. Öğr. Üyesi
Öztürk, sözlerini şöyle tamamladı:
" COVID-19'la ilgili medya yayınlarına gereğinden fazla
maruz kalmaktan kaçının.
Bedeninize iyi bakın. Sağlıklı, dengeli yemekler yemeye
çalışın, düzenli egzersiz yapın, bolca uyuyun, alkol ve uyuşturuculardan
kaçının.
Rahatlamak için zaman ayırın ve yoğun duyguların
geçeceğini kendinize hatırlatın.
Haberleri izlemeye, okumaya ya da dinlemeye mola verin.
Tekrarlayan biçimde krizi duymak ve görüntüleri görmek üzücü olabilir.
Normal yaşamınıza dönmek için hoşlandığınız diğer bazı
etkinlikleri yapmaya çalışın.
Diğer kişilerle bağlantı kurun. Endişelerinizi ve nasıl
hissettiğinizi bir arkadaşınız ya da aile üyenizle paylaşın. Sağlıklı
ilişkileri sürdürün.
Umut duygusunu koruyun ve olumlu düşünmeyi sürdürün."