İslâm yalnız felsefi ve hayali bir mefkûre yahut insanı sadece ölümden sonrası ile meşgul eden bir dua ve ibâdet sistemi değil, aynı zamanda insanın bütün tabii ihtiyaçlarını göz önünde tutan bir fikir, hareket ve hayat kaynağıdır.
Müslümanlık, insanda tabii
olan arzulardan hiçbirini yok saymaz ve hatta baskı altında tutmaz. Hepsini
meşru bir iradiye tabi kılar.
Müslümanlığın tanıdığı fazilet
itidaldir. Bütün eğilimler itidal dairesinde ve meşru bir şekilde kendini ifade
eder. Bütün beşeri şahsiyet kendini tamamlar. Müslümanlık, o canlı mefkûredir
ki hayata kemalini ve en büyük mutluluğu bahşeder. Bunun içindir ki beşerin
tabiatına uygun olarak gelen İslâm dini, bedenin gelişmesine, ruhun
yükselmesine engel olmayacak bir şekilde tabii eğilim ve arzuların hepsinden
faydalanmak hakkını vermiştir.
İslâm"a göre din ile hayat
birbirinden ayrı iki şey değildir. Dinin hareket alanı, medeni dediğimiz hayatı
en yüksek şekilde kuşatacak kadar geniştir. Ferdi ve sosyal hayat ile ilgili ne
varsa din orada vardır ve onlarla ilgilenir. Bir Müslüman hem tüm anlamıyla
mü"min kalabilir, hem de dünyevi zevk ve faaliyeti elden bırakmaz. Hayatın
bütün zevklerinden meşru yollarla faydalanır. Tabii arzu ve eğilimlerden
hiçbirini öldürmek aklından geçmez. Dünya nimet ve zevklerinden hiçbirini hakir
görmez. Hayat mücadelesinden bir an geri kalmaz.
İslâm, Allah"ın hayatı ve
dünyayı belirli bir gaye için yarattığı nı ve bunların yerine getirilmeleri
arzu edilen değerler olduğunu kabul eder.
İslâm, hayatın yaşanması,
dünyanın gelişmesi, istidatların tatmin edilmesi, kabiliyetlerin, melekelerin,
imkânların kullanılması, refah ve mutluluğun aranması ve elde edilmesi
gerektiğini söyler. Bütün bu işlemlerin sonucu kültür ve medeniyetin
gelişmesidir. İnsanların bu amaçlar peşinde koşması, kanun ve ahlâkın korunduğu
çerçevedir. O halde eğer yaradılışın ilâhi gayesi yerine getirilmek isteniyorsa
bunlar gereklidir.
İslâm bütün insan ve hayat
davranışlarını içine alır. Hedefi dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamaktır.
Çünkü İslâm"a göre Allah, bir topluluğa, bir millete ve bir sınıfa ait olmayıp
âlemlerin Rabbidir. Bu tevhidin bir sonucudur. Peygamberimiz bütün insanlığa
gönderilmiştir. Risalet evrenseldir. İslâm bütün zamana ve mekana hitap eder.
Hem geçmişi hem de geleceği kucaklar. Bu sebeple de kısa sürede yeryüzüne
yayılmıştır.
İslâm akıl ve ilim dinidir.
Aklın kullanılmasını, ilim yolunda çaba harcanmasını ve cehaletten
kaçınılmasını ister. Kur"an-ı Kerim ilmi ne kadar övmüşse cahilliği de o derece
yermiştir. İslâm"dan önceki çağın adı "Cahiliyye Çağı" dır. Rasulullah"ın
dönemine ise "Asr-ı Saadet" denir. Bu saadet bilgi ve fazileti de içine alır.
Müslüman olmak demek, bir anlamda cahil olmaktan kurtulmak demektir.
İslâmın emir ve yasaklarının
sebepleri üzerinde dikkatlice düşündüğümüz zaman onların temel gayelerinden
birinin de insan haysiyetinin, ayrıca Allah insanları farklı yeteneklere ve
kişilik özelliklerine sahip olacak şekilde yaratmasından dolayı, bu özellik ve
yeteneklerin gelişebilmesi için insanın düşünce ve vicdan hürriyetinin
korunması olduğu görülür. İslâm, geçmişte ve günümüzde insanlığın üstesinden
gelemediği bir problem olan "Sınıf ve ırk ayrımı"nı ortadan kaldırmış,
Hıristiyan din adamlarının yaşama tarzı olan ve dinimizde "Allah ile kul
arasına girme, Ruhanî yetkiye sahip olma" anlamlarına gelen ruhbanlığa da yer
vermemiştir.
İslâm dini tüm insanlığa
gönderilen beşeri ve umumi bir dindir. Bu dinde teklifler "azimet ve ruhsat"
kısımlarına ayrılır, yerine ve mükellefiyetin haline göre bunların her ikisiyle
de amel edebilir ve bundan dolayı dinin esaslarına aykırı bir harekette
bulunmuş da olmaz. İslâm"da "kolaylık" esas olduğundan hükümlerini teşri
ederken de hep buna göre önem verilerek bunlarda "tedrici tekâmül" (hükümlerini
azar azar, peyderpey ortaya koyma usulü) gözetilmiştir.
Bütün insanların, insan olmak
bakımından, müşterek bulundukları genel ve temel bir fıtrat (yaratılış) vardır
ki o da; hayvani ve meleki, cismani ve ruhani iki hayat toplayan ve görülen ile
görülmeyen âlemi bilmeye, görülenden görülmeyeni sezmeye kabiliyetli olarak
yaratılmış olmalarıdır. Hz. Muhammed (s.a.v.)"in insanları davet ettiği İslâm
dini, insanı, asli olan fıtratı koruyarak talim ve terbiye ile de ayrıca
geliştirip hakkı batıldan, iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırt edecek bir hale
getirmektedir. Bu anlamda İslâm "fıtrat dini"dir. Hükümlerinde ve öğretilerinde
de fıtrata dayanır. Kur"an-ı Kerim"in tabirine göre bu "Allah"ın Boyası"dır.
İnsanın ihtiyaçları ile İslâm"ın hükümleri arasında bir çelişki söz konusu
olmayıp çok güzel bir uygunluk vardır.
İslâm, önceki dinlerin dayandığı
mukaddes kitapların ortaya koyduğu asılları da mazinin karanlıkları içinde
kaybolup gitmekten kurtarmış o esasları öz olarak yeniden tebliğ edip ortaya
koymakla da "Tarihi bir din" olma hüviyetini kazanmıştır.
İslâmın yüksek gayelerinden
biri de insanlar arasında devamlı bir barış tesis etmektir. Esasen, İslâm
kelimesinin kök anlamı "Sulh yapmak" tır. Müslüman demek de hem Allah ile hem
de O"nun yarattıkları ile barış yapan, barış içinde yaşayan demektir. O
yüzdende İslâm "Barış dini"dir.
İslâm dini, bütün
peygamberleri ve onlara indirileni tasdik eder. İslâm itikadına göre bütün
semavi dinlerin aslı birdir. Son din ne ise ilk din de asli itibariyle odur. Şu
kadar var ki onların, insanlar tarafından zaman zaman tahrife uğramış olan
esasları son din ile "tashih" olunmuştur.
İnsan, ruh ve bedenden oluşan
bir varlıktır. İslâm da insanların mutluluğunu hedeflediği için, ruh ve
maddenin her ikisine ve bunlar arasındaki ilişkilerle her birinin diğeri
üzerindeki tesirine önem vermiştir. Bu ise ilmi bir hakikatin ifadesidir.
İslâm itikadına göre her insan
günahsız doğar, herkesin günah ve vebali kendisine ait olup, hiçbir kimse
başkasının günahını yüklenmez. İslâm "asli günah" teorisini reddederek, insanı
ilk ceddinin hatasına varis olduğu endişesinden kurtarmıştır. İslâm"da dini bir
saltanat (halkın vicdan ve itikadı üzerinde tahakküm) yoktur ve İslam imtiyazlı
bir sınıfı da kabul etmez. Çünkü bu ihtilaflar ve bunlara verilen ayrıcalıklar
asırlardan beri beşerin felaket kaynağı olmuştur.
İslâm tek hak din ve hayat
kaynağı olup, her çağın ihtiyaçlarını karşılayacak kapasitededir. Tüm insanları
"kardeş edip" hak ve hukuk yönünden "eşit saymış" maddi ve manevi temizliği
emretmiş, ilim öğretmeyi, çalışıp kazanmayı ibadet saymış, yardımlaşmayı ve
hayırseverliği öngörmüş, adaleti üstün tutmuş ve zulmü lanetlemiştir.
İslâmın hedefi insanlığın
gelişmesi ve yükselmesidir. İnsanların dünya ve ahiret mutluluğudur.
İslâm"daki tevekkül anlayışı
acz ve meskenet değil, izzet, şeref ve faaliyettir. Azmini asla gevşetmeyerek
yürümektir. " kolaylığı göstermek, güçlükle korkutmamak" tır. Tüm çabamızı sarf
ettikten sonra Allah"a dayanıp, yalnız O"na güvenmektir.
İslâm dininin iş ve ahlaka ait
olan esasları; Allah ile dostluk, her hayrın ve faziletin kaynağı Allah
olduğuna inanmak, onun iradesine teslim olup emirlerine itaat etmek ve Allah"ın
kuralları ile dostluk onlarla dirlik ve düzenlik içinde yaşamak, onlara iyilik
yapmak, kendisini kuşatan tabiat ile dostluk barış ve uyum içinde yaşamaktır.
"İyiyi ve faydalıyı emir, zararlıyı ve kötülüğü men" eder.
Özetle İslâm dini, insanlığın
tabiatına uygun bir hareket ve hayat kaynağıdır. Kuvvetini ezeli iradeden alır
ve bununla beşerin tabiatını terbiye eder. Bağlarını harekete getirir. Bütün
esasları hayat ile ilgilidir.
İslâm"ı seçkin bir yerde tutan
"Evrensellik" özelliği onun hayat dini
ve tabii olmasındandır. İslâm herkese hitap eder. O "uçsuz bucaksız umman"dan
herkes kendi kalbi kadar faydalanır. Şunu hiç hatırdan çıkarmayalım ki: İslâm
hayatın hayatı, hem rûhu hem esası, onu ihya iledir, insanlığın ihyası.