Sevgili Okuyucularım! görsel ve yazılı medyada sık sık Suudi Arabistan"da insan haklarının ihlali konusunda, özellikle kadınlara karşı uygulanan çağ dışı uygulamalarla ilgili olarak ciddi haberler yer almaktadır. Bu haberlerden biri de geçen hafta dünya medyasının manşetlerine düştü. Haber şuydu: Bodrum"a gelen Suudi Prensi Navaf El Saud, dünyanın en pahalı yatlarından birisinde 4 gün boyunca 10 mankenle birlikte tatil yaptı ve sadece bu yatın kirasının da 1 milyon Euro olduğu yazıldı.
Sevgili Okuyucularım, bilindiği üzere Suudi Arabistan, İslam"ın meskenidir. Bunlar ülkeyi Şeriatla yönettiklerini iddia ederler ama yönetimi feodal, aşiretçi ve ırkçi bir diktatörlüğe dönüştürmüşlerdir. Devletin gücü ve serveti Suûdi Hanedanının elinde toplanır. Bu sistemde mahkemeler ve milli kurumlar vasıtasıyla hesap verme yoktur. Suudi Arabistan"da hanedan üyeleri, şeyhler ya da aşiret liderleri kanunun üzerindedir. İfade özgürlüğü cebren susturulmuştur. Hal bu ki, Asr-ı Saadet dönemi ile onu takip eden 4 halifenin gayretiyle gelişen Medine dönemi, hakiki, özgün ve adil bir model idi. Bu modelde Hz. Peygamber ve ashabının kişisel yaşamları basitti ve özverinin somutlaşmış haliydi. İsraf yoktu. Lüks giysiler giymezlerdi. Yemeleri içmeleri temizdi. Geçimlerini sağlayacak kadar devlet bütçesinden maaş alırlardı. Servet biriktirmezlerdi. Yoksulları görüp gözetirlerdi. Halka karşı sorumluluk duyguları üst seviyedeydi. Fakir olsun, zengin olsun herkes adalet önünde eşitti. Topluma karşı sorumluk sahibiydiler...
Günümüzde ise, kendisini İslam devletinin bir devamı olarak gören Suûdî Devletinin icraatlarına bakalım: Ülkede milli servet hanedan denilen kişilerde toplanmakta ve halk yoksulluk içinde yaşamaktadır. Suudi Arabistan"ın toprağı, zenginliği ve kaynakları, hanedanlığın 15 bin üyesi ile onlar arasındaki 2 bin elit ve seçkin kişilere aittir. Her sene milyarca dolarlık petrol gelirleri ile Hac ve Umre gelirlerinin aslan payı, hanedan üyeleri arasında taksim edilir. Neredeyse tüm hanedan üyeleri, abartısız servet yığınları üzerinde oturmaktadır. Tüm dünyadaki eğlence şehirlerinde özel bankaları, özel jetleri, lüks villaları, sarayları ve cariye saydıkları sayısız kadınları vardır. Osmanlı Devleti köle ve cariyeliği kaldırdığında: "Türkler köleliği kaldırdı, kâfir oldu" diyerek isyan çıkaran da bu zihniyettir. Yılda Hac ve Umreden elde edilen milyarlarca dolar yabancı ülkelerin bankalarında tutulmakta, o ülkelerin ekonomilerine katkı sağlamakta ve hatta silah olarak Müslümanlara geri dönmektedir. İşte bir haftada lüks yatlara bir milyon dolar harcayarak sayısız kadınlarla cinsellik tutkularını gideren prenslerin fuhuş ve zina için harcadıkları paranın kaynağında ümmeti Muhammedin ibadet için harcadıkları Hac ve Umre paraları da vardır.
Sevgili Okuyucularım! Tarih boyunca kadın bedenini denetim altında tutabilmek için mücadele veren bu zihniyet maalesef Suûdiler"de devlet politikası halinde uzun yıllar ötesinden sürüp gelmektedir. Bu akide kadını sevgiden soyutlamış ve onu erkeği yoldan çıkaran şeytan soyunun bir başka bedende ortaya çıkışı olarak değerlendirmiştir. Erkek bilinçaltında yerleşen bu duygu, kadının hem iradesine hem bedenine ve hem de ruh dünyasına kelepçe vurmuştur. Bu işlem bedensel olarak yapılamadığı zaman dinsel, yöresel ve yasal biçimler ihdas edilerek gerçekleştirilmiştir. İslam toplumunda asırların ötesinden gelen bu zihniyet İslam toplumunun ilerlemesinin önünde de en büyük engel olmuştur.
Sonuç: Modernizim ve çağdaşlaşma adına kadını bir meta konumuna sokmak isteyen zihniyet ile Kadını cariye hükmünde sayan zihniyet öncelikle, içlerinde, kafalarında, zihinlerinde kıpırdayan nefsani ve şeytani arzularını, şehevi duygularını Allah sevgisinde eritip bu sevginin motive edici gücü ile arıtmalıdırlar.