Bu bir merhabadır. Bu yazı benim için
yeni bir başlangıç, çünkü ilk köşe yazım olma özelliğini taşıyor. Niyetim kendi
birikimimi arttırırken bu sürece sesimin ulaşabildiği herkesi dahil etmek.
Okuyan herkesle birlikte öğrenmek, anlamak, düşünmek... Bu amaçla "Nasıl Bir
" taslağı çerçevesinde süren
başlıklarla ideal insanı, kenti, eğitimi, toplumu, ülkeyi ve şu an aklıma gelenlerin
ötesinde sizden gelen önerilerle de şekillenecek konuları tartışarak
başlayacağım yazmaya. Bazı haftalar bu taslakla, bazı haftalar başka konularla,
bazen de günceli yakalamaya çalışarak devam edeceğim. Bu ilk yazı ise insana
odaklanıyor olacak.
NASIL BİR İNSAN
Bugüne kadarki süreçte yaşayan insan
sayısı nedir acaba? 100 milyar? 500 milyar? 1 trilyon? Aslında bu sayıdan daha
önemlisi var. Yani nicelikten daha önemlisi: Nitelik.
Bugüne kadar geçen süreçte, tarih boyunca
insanlar nasıl yaşadılar? Önemli insanların sayısını düşünelim. Bilim
insanlarını, büyük liderleri, filozofları, büyük sporcuları, sanatçıları
Yüzdeye vurduğumuzda yaşamış bütün insanların ne kadarı ediyor bunlar acaba?
Peki farkı neydi onların? Diğerlerinden nasıl ayrıldılar? Ne yaptılar veya ne
yapmadılar da oldukları kişi haline geldiler? Başardıkları şeyleri, bize
bıraktıklarını nasıl ürettiler? Nasıl yaşadılar? Örneğin Marie Curie, Nobel
Ödülü"nü alan ilk kadın bilim insanı, neyde ısrarcı oldu o ödüle layık
görülmesinden önceki yaşantısında?
Merak, şans, yetenek, zeka
İlk akla
gelenler bunlar aslında ama bütün bunları anlamlı ve değerli kılan, insana işe
koyulma kararı verdirten bir temel unsur var: ÖZ SAYGI. Bu, adeta vücuda alınması hayati önem taşıyan
bir vitamin gibi gerekli bir yer tutuyor insan yaşamında. Öz saygısı eksik
insan başta kendini sevemiyor, kendinden memnun ya da mutlu olamıyor. Bu da
beraberinde en yakınlarından başlayarak çevresini içten bir şekilde
sevememesine yol açıyor. Kendisine saygısı olmadığı veya bu saygıda eksiklik
olduğu için hayatına bir değer katamıyor, bir anlam yükleyemiyor. Okumuyor,
merak etmiyor, araştırmıyor, öğrenmiyor, daha da kötüsü kendisini ve bu
yaşamdaki yerini anlamlandırmaya çalışmıyor. Bu da yine etrafındakilere karşı
gerçek bir saygı duyamaması sonucunu doğuruyor. Gerçekten değer veremiyor
herhangi bir canlıya. Verir görünüyor ama bunun göstermelik bir değerden ibaret
olduğunu, bunu angarya bir talimatmışçasına üstünkörü yerine getirdiğini
göremiyor.
Peki öz saygı dediğimiz şey insana ne
katıyor? Öz saygısı yüksek insan kendini sevmekle diğerlerinden birkaç sıfır
önde başlıyor hayata ve her işe. Kendine duyduğu saygı, kendine verdiği değer
beraberinde başkalarına da gösterilen sevgi ve saygıyı doğuruyor. İncitmiyor,
kırıp dökmüyor, hor görmüyor, yapıcı bir tutumla yaklaşıyor tüm insan
ilişkilerine. Hayatına başkalarının yüklediği anlamlarla değil kendi edindiği,
ürettiği anlamlarla devam ediyor. Merak ediyor, okuyor, öğreniyor. Öğrendikçe,
öğrenecek daha çok fazla şeyin olduğunu görüyor. Bu öğrenme işi bir yerde
tutkuya dönüşüyor. Bildiklerimi başkaları da bilsin, gördüklerimi başkaları da
görsün, diyor. Anlatıyor, öğretiyor, gösteriyor
Bu öğrenme ve öğretme, anlama ve
anlatma tutkusu ise bir yerde ürün vermeye başlıyor. "Kendisi, ailesi, çevresi,
kenti, ülkesi, insanlık için değer üretmeye çalışan birey" şeklinde ortaya
çıkıyor bu ürün. Buradan belki ortaya Aynştayn çıkıyor, Dali çıkıyor,
öğrencilerini akıllı ve vicdanlı insanlar olarak yetiştirmeye çalışan öğretmen
çıkıyor, hastasına en iyi şekilde yardımcı olmak isteyen doktor çıkıyor, işini
hakkıyla yapan usta çıkıyor, kendine verilen sorumluluğun bilinciyle karar
veren yönetici çıkıyor, elini önce vicdanına koyup sonra havaya kaldıran vekil
çıkıyor, İlber Ortaylı, Nuri Bilge Ceylan çıkıyor, Mozart, Da Vinci, Florence
Nightingale, Harper Lee, Yaşar Kemal, Uğur Mumcu çıkıyor, Atatürk çıkıyor
Saymaya yerin ve zamanın yetmeyeceği
kadar çok ama tarihte yaşamış insan sayısına bakınca da bir avuç denebilecek
sayıda insan
Zaten çoğunun adını bile bilmiyoruz. Kendilerine, içinde
yaşadıkları topluma ve insanlığa karşı görevlerini yerine getirerek iç huzura
eriştiler. Öz saygı onlara bunu kattı. Kimi inandığı dinin gereği olarak
yaklaştı buna, kimi kişisel merakının peşinden koştu, kimi salt vicdanıyla ve
aklıyla yürüdü ama hepsi aynı yere vardı. İnsanlık duvarına birer tuğla
eklediler. Bugün bu duvarın tüm dünya milletleri tarafından iştahla yıkılmaya
çalışıldığı bu zamanda; aklın, vicdanın, ahlakın, etiğin insan davranışlarına
yön vermede kullanılmadığı bu günlerde belki de doğru davranışın, doğru insanın
ve doğru toplumun ortaya çıkabilmesi için bütün bu meziyetleri yanında getiren
öz saygıya ihtiyacımız vardır. Yeni gelen nesilleri ve mevcudu bu bilinçle
donatmak, kendine ve çevresine faydalı olma isteğiyle yaşatmak bu yüzden
gereklidir. İnsanlık duvarımızın akılla, bilimle, vicdanla yükseldiğini
görebilmek dileğiyle