Yıl 1999 Ağustos ayının son
haftası. Ankara Havaalanından Özbekistan"ın Başkenti Taşkent"e uçtuk. Beş
saatlik bir uçuştan sonra Taşkent Havaalanına vardık. Yüzün üzerinde kalabalık
bir grup Türkistan"a gidecektik. Uçaktan iniş,
gümrük, valizlerin beklenmesi, alınması, aranması, deklarelerin
kontrolü, vize ve pasaportların insanı yıldırırcasına kontrolden geçirilmesi(
Yeşil Pasaportun bir değeri oralarda yoktu) derken vakit çok geçmişti. Eşyaları
alıp dışarı çıktığımızda Bizleri Ahmet Yesevi Üniversitesi Şarkiyat Fakültesi
Arap Dili Bölüm Başkanı Rahimcan
Muzafferov karşıladı. Kendisi Özbek asıllı Kazak vatandaşı. Gayet güzel
Türkçe konuşuyordu, medeni ve saygılı birisiydi. Yüzü gülüyordu. Pek çoğumuzu
kucakladı, bağrına bastı. "Ne iyi
yaptınız da geldiniz" dedi. Kısa hasbıhalden sonra Türkistan"dan gelen
otobüslere bindik. Otobüsler çok eski ve koltuklar çok dardı. Valizleri koyacak
yeri yeterli değildi. Bazı hocalar ailesiyle gelmişti. Zaten havalında
beklemekten çoluk çocuk perişan olmuştu. Neyse herkes yerini sıkışarak da olsa
bulmuştu. Burada Bulunduğum ortamdan memnun olduğumdan da emin değildim.
Türkistan"a doğru yola çıktık.
Taşkent - Türkistan arası 236 kilometre kadar. Yol uzun, otobüs ağır ağır
gidiyor. Hava çok sıcak. Daha şimdiden su isteyenlerin, tuvalet soranların
sayısı otobüs ilerledikçe artıyordu.
Taşkent"ten Türkistan"a doğru yol
boyunca doğayı, çevreyi izliyoruz. Yol tek şeritli asfalt bir yol. Asfaltı
Sovyet döneminde yapılmış ama sağlam, üzerinde yıllar geçmesine rağmen
yıpranmamış. Bizim yollarımız gibi sık sık tamir gören cinsten değil. Derken
ağaçsız ve yüksek kuru tepelerden geçerek Sarıağaç kasabasına(reyon) geldik.
Burada kısa bir moladan sonra yola koyulduk.
Yolda bir dağ tepesinde aslan ve koç heykelleri dikkatimi çekti.
Görkemli ve kocaman yeleleriyle, boynuzlarıyla, heybetli duruşlarıyla kutsal
topraklara, ana vatana sanki hoş geldiniz dercesine mağrur bakışlarıyla
yücelere bakıyor ve sanki bizleri selamlıyorlardı. Bu heykellerin neyi ifade
ettiklerini Kazak öğrencim akademisyen Baur
Can Botakara"ya sordum: " Sayın Hocam! Bu heykellerin olduğu dağa Kazıkurt
Dağı denir. Heykeller Kazıgurt Dağının
doğu tarafında yer alırlar. Aslan ve Arhar"ın
heykelleridir. Kazaklar Arhar"a kutsal dağ koçu derler. Ayrıca bu dağın
tepesinde Nuh"un gemisinin ve gemide tufandan kurtulan ailesinin heykelleri de
var. Bu heykeller tufandan sonra kendiliğinden oluşmuş. Efsaneye göre Nuh
tufanı burada gerçekleşmiş. Tufandan kurtulan tüm canlıların ikinci yaşamı
buradan çoğalmaya başlamış. İşte
Kazıgurt dağının Kazaklarda kutsal bir dağ olarak kabul edilmesinin ve
çevresinde aslan ve Arhar heykellerinin
yer almasının nedeni de budur. Eskiden kazaklarda bir aksakal veya boy
büyüklerinden biri vefat edince mezarının üzerine Arhar"ın boynuzunu
dikerlermiş. Bu gelenek bu gün kalmadı. Size Kazıkurt dağının başka bir özelliğini de arz etmek isterim," dedi
ve hemen söze başladı: "Kazıgurt
Dağının eteklerinden "Keles" nehri
başlar ve aşağı yukarı 250 km. den sonra Sırıderya (Seyhun) ile birleşir.
Türkiye"deki "Kilis" şehrinin adının
kökü "Keles" Nehrinden geldiği
söylenir. Asırlar önce atalarımızın bir kısmı Anadolu"ya "Keles" etrafından da göç ettiği bazı kaynaklarda yazılıdır.
Kazıkurt Dağını geçtikten sonra
yolumuz Çimkent"e düştü. Çimkent 300 bin nüfuslu bir şehir.(Bugün 1.5 milyona
ulaşmış) Ruslar tarafından şehir planına oldukça uygun bir şekilde imar
edilmiş. Burada kısa bir süre park ettikten sonra yola koyulduk. Yolcular vakit
geçtikçe daralmaya, sıkılmaya ve hatta öfkelenmeye de başlamışlar dı ki
Türkistana"a varmadan önceki kasabaya, Timurlenk(
Temirlan)"e yaklaştık. Bu kasabadan birkaç km. önce Aras nehri geçmektedir.
Bu nehir bir kolunu Talas Aladağ"dan alıyor, 300-400 km. den sonra bu da Sırıderyayla birleşiyor. Bu nehre
geldiğimizde, bazı hocalar burada mola verilmesini istediler. Sebebi
sorulduğunda: "Atamız Timur ordusuyla
birlikte bu nehirden geçerken suda yıkanmış ve sonra da zatürre hastalığına
tutularak burada vefat etmiş. Onun anısına biz de burada yıkanacağız " dediler.
Bunu duyan pek çok hoca hemen giysilerini çıkarıp nehre atladılar, nehirde
çocuklar gibi yıkanıp şakalaştılar. Bu arada tarihçiler geçmişi, geçmişin
acılarını, Türklerin bu coğrafyadan nasıl göç ettiklerini anlatmaya
başlamışlardı ki "zaman ilerliyor, karnımız acıktı, doğru dürüst ne su
içebildik ve ne de tuvalete gidebildik, haydin arkadaşlar geç kalmayalım lütfen
otobüslere binelim" diyenlerin sesleri gür çıkmaya başladı.
Peki, gerçekten Timur burada yıkandıktan sonra mı zatürree
oldu?(Devam Edecek)