Sıcak
ve kavurucu bir yaz gününün gurup vaktinde ufak bulut parçacıkları, bahar
rüzgârıyla sürükleniyor ve güneş ışıkları yavaş yavaş kayboluyordu ki Türkistan
Şehri göründü. Otobüste herkesi bir heyecan kapladı. Burası Hoca Ahmet
Yesevî"nin: "İlim Türkistan, Dilim
Türkçe" dediği yerdi. Bu şehir eski Turan"ın eşiği ile beşiği olan bir
şehirdi. Orta Asya"daki Sır Derya(Seyhun) Nehri etrafında yerleşmiş eski çağ
kültür merkezlerinden biri ve tüm Türk halklarının manevi kültür merkezi olarak
meşhur olmuş bir şehirdir. Bu şehir Türk tasavvuf geleneğinin kurucusu, Hoca
Ahmet Yesevî Hazretlerinin hareket noktasıdır.
Şehre giriş yapıyoruz. Şehrin
giriş kapısında şu iki cümlenin yazılı olduğunu gördük:
Türkistan iki dünya eşiği;
Türkistan her Türkün beşiği.
Bu
yazının yazıldığı kapının altından şehre girerken otobüste alkış sesleri
yükseldi. Ardından da şu cümleler telaffuz edilmeye başlandı: "Hayallerimizin bize ihanet etmediğini
gördük. Komünizmin zalimce uyguladığı Türk yurtlarını "böl parçala" oyununun
son bulduğuna; mazinin puslu ve karanlık günlerinin geride kaldığına inandık".
Yolculuğumuz
"Konak Evinde" son buldu. Adımıza
tahsis edilen mekânlara yerleştirildik. Korktuğumuz gibi olmadı. Her şey
muntazamdı. Her türlü ihtiyacımızı giderecek konumdaydı konak evi. Konak evinin
lokantasında rektör birinci yardımcısı ve Türkiye temsilcisi Prof. Dr.
Abdülkadir Yuvalı misafirlere akşam yemeği verdi. Yapılan plan ve programları
anlattı. Sabah ilk yapılacak görevin Ahmet Yesevi Hazretlerinin makamını
ziyaret ettikten sonra Üniversite Rektörü Prof. Dr. Murat Jirinov"un ziyaret
edileceğini hatırlattı. Yemekte birlikte yolculuk yaptığımız insanların çoğunu
tanımıyordum; kimin kim olduğunu tahmin bile edemiyordum. Tanışma faslından
sonra otelde şahsıma tahsis edilen mekâna yerleştim. Bir artı bir genişliğinde
güzel bir mekândı. Sıcak suyu her an müsaitti. Sıcak suyla banyo yorgunluğumu
birazda olsun hafifletti. Biran önce yatıp uyumak istiyordum. Aileme telefon
etme imkanı yoktu. Ancak konak evinin resepsiyonundan ulaşılabiliyordu. Saat
geç olmuştu. Uyumak istiyordum. Yatağa, ellerimi göğsümde kavuşturup sırt üstü
uzanarak dümdüz yattım. Yalnızlığımın
beni hüzne ve sessizliğe boğmaması için lambanın ışığını söndürmedim. Gece ağır
ağır ilerledikçe bulunduğum zaman ve yer bir tür sis bulutu içinde dağılıp
kayboluyormuş gibi geliyordu bana. Uzun bir süre uykusuzlukla boğuşurken
içimde beliren duygular zihnimde bir film şeridi gibi akıp gidiyordu. Küçük
yaşımda Kayseri Taşçıoğlu Kur"an Kursunda okuduğum yıllardı. Gurbet acısı
çektiğimi bilmeli ki Hocam Mümin Akan şunları söylemişti: "Allah sevdiği kulunu
gurbetle terbiye eder. Gurbet yolunda ilim vardır, aç susuz kalma vardır,
acılardan, hüzünlerden haz alarak ilim öğrenmek / hizmet etmek vardır. Tarihte
büyük âlimler gurbet yolunda ömürlerini geçirerek eserler bıraktılar insanlığa.
Bunu, göğüslerine ikinci bir kalp takar gibi, ellerine uzun bir yolculuğun
azığını alır gibi, aşkla, inançla yaptılar. İşte biz bu gün bu ruh ve manayı
onlardan, onların eserlerinden aldık. Geleceğimizi hırsla, aşkla manalandırmada
hep onları örnek aldık. İlmin, irfanın bütün kötülüklerin yerini alacağını
onlar öğrettiler bize
"
Basiret sahibi Hocamın dilinden
dökülen bu cümleler, hayal ettiğimiz bu coğrafyayı, bu coğrafyada yetişmiş
ecdadın eserlerini, eserlerinin yazıldığı, okunduğu ve terennüm edildiği
yerleri binlerce kilometre uzaktan gelip görmeyi, bana hatırlatıyordu
diye düşündüm. İlim ve irfanı ile Batıya ışık tutmuş İslam
bilginlerinin yaşadığı coğrafyayı, kaleme aldıkları eserlerinin yazıldığı
mekânları, bulgularıyla beraber görmeyi, ziyaret etmeyi, onları rahmetle anmayı, minnettar
olduğumuzu ifade etmeyi Yüce Mevla"dan niyaz ettim. Böylece geleceğimizi ve
geçmişimizi bir kader parçası içinde gönlümüzü, her tür anlayışa, her tür
kavrayışa sonuna kadar açmış oluruz diye düşündüm. Hayat yasasında gizli olan
nedenlerle sonuçları birbirine karıştırmadan erdemli bir hayatın formülünü
belki buralarda buluruz dedim. Hayatın olaylarıyla ilgili bir kaygıdan ve insan
zihnini işleten bitmek tükenmek bilmez umut ve korkuları belki de burada
yaşarız diye düşündüm. Zaten hayatta, yaşamla ölüm, sağlıkla hastalık, bollukla
yokluk arasında sürekli olarak boşlukta asılı durmaz mıyız? Bu bilinmeyen
nedenler umudumuzun ve korkumuzun hiç değişmeyen konusu değil mi? Bizlere
düşen, nedenleri sonuçlarla karıştırmadan gönlümüzü
her tür anlayışa, her tür kavrayışa, her tür bilgiye açmış kişiler olmalıyız.
Böylesi bir görevi gerçekleştirmek için çıkılan her yolculuk, kutlu bir
yolculuktur; bu süreçte atılan her adım, yaşanan her an, insana coşku veren bir
adımdır. İnsanın erdemi de
mutluluğunun bir sonucu değil mi?
Üç yıl
sürecek bir yaşamın ve görevin kendi kendimizi denetlemede kutsal bir kimlik
kazanmış İlahî akıldan gelen mesajlarla mı gerçeği yakalayacağız yoksa
değiştirilemez bir damgayla belirlenmiş kaderin ağında mı savrulacağız?
Belleğimde birbiri ardına, adeta eskiye dair hatıralar gibi ansızın
belirmelerine karşın ilk defa duyarmış gibi olduğum yeni bilinmedikleri bulmak,
anlamak için yine de kader beni buralara getirdi diye düşünürken uyuyakalmışım.
Sabaha doğru derin bir uykuda iken kapının çalındığını duydum. Komşu dairede
kalan Prof. Dr. Ahmet Uğur Hocaydı. Beni namaza kaldırmak için haber veriyordu.
Yorgunluğum hala devam ediyordu; uykuya kendimi kaptırmıştım ki kapı tekrar
çalındı; "vakit geçiyor Kemal Bey, kalk, namazını kıl" sesi bu sefer biraz daha
üst perdeden geldi. Uyku semesi derler ya işte ben de öyle kalktım, duş alıp
namaz kılmak için salona geçtim. Salondaki seccadenin çok ince bir düşünüşle
kıbleye karşı serilmiş olduğunu gördüm. Bu ince düşünce beni çok mutlu etti. Sanıyorum
güneş doğmuştu namazım bittiğinde. Aslında vakit ibadet etmenin şartıdır ama
insan ibadet ederken zaten zamanı aşmış olması gerekmez mi? İbadetin özü, insan
varlığının merkezinde yer alan İlahi Nurun kaynağına döndüğünü hissetmesi, onda
var olması değil mi?
"Rabbinle geçirdiğin bir gün bin yıl gibidir "
( Hac:22/47) ayeti bunu ifade etmez mi? Gerçek ibadet zamanı aşarak, zamansal
düzende zamansız olan Ebedi Olan"a şahid
olmak değil mi?
Sabah saat
sekiz otuzdu. Kahvaltı saati gelmişti. Kendimi çok iyi hissediyordum.
Hayallerimin harmanlandığı, niyetlerimin bir bir zihnime kazıldığı, dualarımın
Hakka yöneldiği bir gece geçirdim. Şimdi heyecanla "Pîr-i Türkistan""ın manevi
huzuruna varma heyecanı içinde iken otobüslere binmemiz için çağrı yapıldı(Devam
Edecek).