Akademik Rektör Murat Jirinov"un
yaptığı konuşmasından ve önerilerinden sonra, en uzağın nasıl yakınlaştığını
gördüm. Ve tanıdık olmayan bu insanların bizlere yabancılaşıp
yabancılaşmayacağını da düşünmedi değilim.
Rektörün söylemlerinde ifade ettiği
cümleler herkes için anlaşılır durumdadaydı. Onun konuşması, hükmedici değildi,
biraz muğlâklık çağrıştıran ifadelerinden hareketle birçok şey ile tek bir konu
arasında bağ olduğundan söz etmekteydi. O da ahlaki kurallar içerisinde belirli
sınırları açmadan görev yapmayı hatırlatıyordu. Söylemlerinde, dikkat dolu
bakışları tüm akademisyenler üzerineydi.
O coğrafyada en iyi olanın nasıl olması gerektiğini hatırlatıyordu. Aksi
halde sonucun nereye götüreceğinin de ipuçlarını veriyordu. Ses tonu emredici
değildi, aksine misafirleri incitmemek gibi bir hali vardı.
Rektörün konuşmasından sonra söz
alan Rektör I.Yardımcısı Prof. Dr. Abdülkadir Yuvalı söz isteyerek, kendine has
saygı sınırları içinde: "Hürmetli Rektörüm! Türkiye"den gelen bu hocalarımızın
her biri kendi alanında başarılı olmuş arkadaşlardır. Onlar Anavatana Ulu
Türkistan"a Hoca Ahmet Yesevi Türk- Kazak Üniversitesine hizmet aşkıyla geldiler.
Kendilerine her hususta güvenebilirsiniz. Müsaade ederseniz size arkadaşlarımı
tanıtayım" dedi ve başladı her birimizi tanıtmaya. Tanışmanın sonunda Rektör
gayet ince ve latif bir şekilde: "Yuvalı Mırza, sizin hocaların çoğu bıyıklı,
biz de bıyık koymak yadırganır, haberiniz olsun" dedi. Herkes bunu sesli
gülümseyerek karşıladı. Yapılan çay ikramından sonra teşekkürlerimizi sunarak
oradan ayrıldık.
Rektörün söyledikleri ilgimi çekti. Bir an
için bu durumu düşünmeye çalıştım kendi yalnızlığım içinde. Bir sorumluluk
duygusu içinde hem kendimize hem ülkemize karşı sorumlu olduğumuzu bilerek görevimizi
ifa etmemiz gerekir diye düşündüm. Yapacağımız hizmetin gerekliliğine ve
doğruluğuna inanarak yolumuza devam etmek zorunda olduğumuza zaten inanıyordum.
Rektörün yanından ayrıldıktan sonra
Rektör Yardımcısı Ziya Başkan"ı makamında ziyaret ettik. Bu zat bir akademisyen
değildi ama iyi bir eğitimciymiş, mesleğinde başarılı bir öğretmenmiş. Zaten bu
işlerde deneyimli olduğu her halinden belli oluyordu. Ciddi ve ağır başlı
biriydi. Ülkücü camiaya mensup bir Türk milliyetçisiydi. Ziya Başkan, konuşmasına
yumuşak bir tonda ve nazikçe başladı. Hoş geldiniz anavatanımıza dedi. Eski,
köhnemiş ve ölmekte olan, fakat hala tehlikeli bir rejime karşı mücadelemiz
için Anadolu"dan buraya anavatana geldiniz. Yeni bir hayatın şafağı buralardan
Türk dünyasına ışıyacak, hakikat galip gelecek ve bizim dünyamızda, Türk
dünyasına da bayram gelecek inşallah. Komünist dönemde yollar kapalıydı,
engeller aşılamıyordu; Türklüğün yolu bütün engellerle kapalıydı. Allah"a çok şükür
o esaret devirlerini hatırlatan Komünist rejim çökmüştür. Şimdi Türk Dünyasının
birleşme ve bütünleşme zamanı gelmiştir. Bu mücadelede bizlere yol gösterecek Üniversitemizi
Türkistan"da açtık. Buradan tüm dünyaya ışık saçacak bilim adamları
yetişecektir. Sizler bu yarışta idealist gençler yetiştireceksiniz
" Ziya
Başkan"ın konuşması düzenli, heyecanlı ve coşkuluydu. Bizleri ağırladı,
iltifatlarda bulundu. Buradan ayrıldıktan sonra merdivenlerden inerken şunları
düşündüm:
Bu sözleri bu zat durduk yere söylemiş
olamazdı. Umarım bu söyledikleri gerçekleşir, diye düşündüm. Aklıma şunlar da
gelmedi değil: Bir zamanlar, gençlik, adalet ve insanlık anlayışı, kutsal ve
asil fikirlerle doldurulmuş ve onlar geleceğin mutlu günlerine inandırılmıştı.
Bu da göğüslerine ikinci bir kalp takar gibi, ellerine uzun bir yolculuğun
azığı verilir gibi, aşkla inançla yapılmıştı. Fakat o günlerin izlerini, maalesef
bugün inançlarını kaybetmiş kimseler aldı. Yeni nesli korkulu gözler bekliyor. Hak
inliyor, eriyor, yok oluyor, insanlar ihtiraslarının esiri oluyor. Kalpler kardeşlerin
seslerine kapanıyor. Yeni nesil kendi haline bırakılmış; fikir ve inançlarını
kimden ve nasıl öğreneceklerini bilmiyor. Bu gençler, sadakatin ne olduğunu ve
bu dünyada yaşayabilmek için, en az hava ve su kadar gerekli olan karşılıklı
saygı ve güven terbiyesini nerden ve nasıl öğreneceklerini de bilmiyor. Maddeye bağlılıklar gün geçtikçe artıyor. Kahramanlıklar
artık anılmıyor. Tatmin olmuş, doymuş arzular; biriktirilmiş servetler insani
değerlerin yerini alıyor. Kapitalizm kendi istediği istikamette yollar açmada
başarılı oluyor.