Türkistan"da Hoca Ahmet
Yesevi Uluslarrası Kazak-Türk Üniversitesinin 1999-2000 Eğiti-Öğretim Yılı
Açılış merasimi Eylülün ilk haftasında Kültür Merkezinde yapılmıştı. Açılış,
Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinin adının verildiği Kültür Merkezinde bendenizin
okuduğu Kur"an"la gerçekleşmişti. Bu aynı zamanda bir anlam da ifade ediyordu.
Okuyacağım ayeti daha önceden belirlemiştim. Okuyacağım ayeti ehli olan pek çok
kişinin bildiğinden de emindim. Ancak bu ayette Yüce Allah"ın işaret ettiği
kavmin, milletin kim olduğunu gerçekten kaç kişi biliyordu? Doğrusu bundan emin
değildim. İşte, sözünü ettiğim ayeti burada, bu coğrafyada, Ulu Türkistan"da
okuyup, delalet ettiği manayı açıklamanın tam da zamanı diye düşündüm ve davet
edildiğim kürsüde âyeti kerimeyi önce okudum sonra da âyetin sebeb-i nüzulünü
ve anlamını kısaca arzettim. Ayet, Hz. Peygamber (s.a.v) vefat etmeden kısa bir
zaman önce Müslüman iken dinden dönme olaylarının yaşandığı bir ortamda nazil
olmuştu. Meâlen şöyle diyordu Yüce Yaratıcı: " Ey iman edenler! Sizden kim
dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir millet getirecektir ki Allah onları
sever, onlar da Allah"ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere
karşı onurludurlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kimsenin
ayıplamasından korkmazlar, İşte bu Allah"ın dilediğine verdiği bir lütuftur. O
her şeyi bilir."(Mâide Sûresi, 54)
Bu âyette geçen milletin kim
olduğu hakkında farklı rivayetler yazılmıştır. Ancak, 1451 de vefat eden,
yazdığı eserleriyle, özellikle " Umdetu"l-Kârî fî Şerhi"l- Buhari " adlı
eseri ile şöhrete ulaşan Büyük Türk Âlimi Bedruddin Aynî, âyette zikredilen
milletin Türk milleti olduğunu; bu görüşünü de Türk milletinin asırlarca İslama
hizmet ettiğini söyleyerek delillendirir. Bundan dolayı da Türk milletinin
Allah"ın lütfüne mazhar olduğunu söyler. Salonda âyetin anlamını ve delalet
ettiği manayı da tamamlayınca coşkulu alkışlarla karşılandım. Sonra da programı
izlemek üzere salondaki yerimi aldım. Etrafımdaki insanların dikkatli ve hürmetli
bakışlarından gözlerinde parıltılar içinde
akan ışıklar bana huzur
veriyordu. Ayrıca program esnasında yakınımda oturan bir zat ise bana sık sık
bakıyordu. Bu elbette beni hem heyecanlandırıyor hem de yanlış bir şey mi
yaptım diye de merak ediyordum. Okuduğum âyet asırlar öncesinden gelen
yorumlarla farklı değerlendirmelere tabi tutulmuştu. Acaba dedim, bu zat
Aynî"nin görüşüne karşı olduğu için mi bir an duraksıyor sonra tekrar
bakıyordu. Neden bakışları dimdikti?
Diye düşündüm.
Program bitmişti daha salondan
çıkmadan bu zât yanıma gelip benimle tanışmak istediğini söyledi, hemen elini
uzatıp: Benim adım Cumabay İstayev, Şarkıyat Fakültesi Dekanıyım, Ulu
Türkistan"a hoş geldiniz dedi. Ben de kendimi tanıttım. Bu arada dış görünüşü
dikkatimi çekti. Yüzü esmer, yüz çizgileri belirsiz, dişleri sıgaradan olsa
gerek yosun tutmuş gibiydi. Kendisinden söz ederken de gözlerini kısıp başını
sallıyordu. Sessiz yaşayan, sessizce yürüyen, sesini kısarak konuşan biri
intibaını veriyordu, gözlerini sevinçli sevinçli kırparak büyük bir şevkle
içinde beklettiği duygularını şöyle dile getiriyordu:
"Okuduğun âyeti derin bir huşu içinde
dinledim, çok etkilendim. Kalbimin en derinliklerini açıp ruhumda, özümde,
zihnimde değişmez o ışığı gördüm. Bu ışık herkesin görebileceği bir ışık
değildir. Ayet, cennete hükmeden sevgi kalbinize de hükmediyorsa ne mutlu size
diyor. İnsanoğlunun mutluluğu hakikatin tefekküründe yatar. Ben ziraat
mühendisiyim. İlahiyat alanına derin muhabbetim var. Türkiye"ye gittim.
Ankara"da İlahiyat Fakültesinde eğitim aldım. Çok faydalandım. Namık Kemal"e
minnettarım. O beni Hacca da gönderdi. Oradan geldim, üç cilt kendi el yazımla
Kur"anın meâlini ve tefsiri yazdım. Şunu çok iyi anlamıştım: Kendi yaşayış
biçimimi başkalarının kine benzetmeye çalışırsam kendimi göremem, tanıyamam.
İnsanlar beni yargıladılar, aşağıladılar, alay ettiler. Hep eleştiren, kınayan,
ayıplayanlardan uzaklaştım. Onlar gibi yaşamadım, kendim inandığım gibi
yaşadım, ama tek başıma. Rabbime şükürler olsun beni yalnız bırakmadı. Kur"anı
anlamaya çalıştım. Gördüm ki insanoğlu iki gruba ayrılıyor. Şeytana göre
yaşayanlar ve yaratana göre yaşayanlar. Birincisi şeytanla birlikte ebedi hüsranda
yaşamak. Bunlar şeytani yolu hakikat olarak kabullenmek suretiyle yaşamlarının
büyük bir kısmını cehaletin karanlığı içinde geçirenlerdir. Bunların sayıları
arttı mı gelecek felaketlerin başı sonu yoktur. İşte biliyorsunuz, tarihte bu
topraklar adaletle doluydu, doğruluğun barınağıydı. Sonra ne oldu katillerle
doldu. Yöneticileri asilerle hırsızların işbirlikçisi oldu, aydınlık gitti,
karanlık geldi, o günleri gördük yaşadık Ecdadımız adaletiyle, ilim ve
irfanıyla örnek olmuşken şeytanı peşinde gidenlerin yüzünde komünizm geldi, her
şeyimizi yerle yeksan etti. Ama şimdi Rabbimize çok şükür karanlıklar gitti
aydınlık geldi. O günler geride kaldı. Kendi medeniyetimizi, inancımızı
koruyarak ileriye bakma zamanı geldi. İşte bu üniversitenin açılışı ve Türkiye"den
buraya siz değerli hocalarımızın gelişi sayesinde yeniden imanımızın ve Türklüğümüzün
daha kudretli olan gücü ile ilim ve aklı hayatımıza rehber edinerek, şeytani
güçlere boyun eğmeden her türlü kötülüğe galip gelecek şekilde yaşayacağız inşallah".
Ağzından çıkan bu güzel sözcükleri tek
tek vurgulayarak ifade ediyordu. Olanca
ciddiliği, titizliği, etkileyiciliğiyle sürdürüyordu sözlerini. Yılların hasretinin
ruhunda açtığı mutluluğu onun ağzından işitince irfan sahibi bir zât ile
karşılaştığımı anladım ve Mevlaya şükrettim. Bu sözler beni düşler
dünyasına sürüklemişti. İçimde birden
bire okuma arzusuyla yanıp tutuştuğum yıllarda başıma ne işler açıldığı, bu uğurda ne
aşağılanmalara maruz kaldığım, ne kaygılar, tedirginlikler yaşadığım aklıma
geldikçe anlatılanlara hem üzülüyor hem de mutlu oluyorum. Yesevi ocağında
yetişmiş bir insanla tanışmanın içimde barındırdığım duygularıma ve özlemime
rehber olacağına inanıyordum. Ama ne yazık ki uzun sürmeden kaybettim. Aradan
geçen bunca yılın ardından, o müthiş anı yazmayı düşündüm.
.