Hani bazen öyle zamanlar yaşarız;
Mesela damperli bir kamyonun freni patlamış üzerinize doğru geliyordur da, nefesiniz kesile kesile kaçarsınız ya. Ciğerleriniz yanar böyle hani, dizinizin dermanı aniden tükeniverir de acı acı bir his yayılır içten içe.
Ya da ne bileyim, atıp kendinizi bir bahçe ya da balkona "yeteeeer teker teker geliiin" diye bağırmak istersiniz.
Bir yumruk oturuverir boğazınızın tam orta yerine de yutkunmak ister ister yutkunamazsınız.
Haydi şöyle bir derince nefes alayım da geçiversin isteğiyle derinden bir soluklanışla içinize attıklarınız cam kırıkları olur batar her nefes alıp verişinizde.
İşte böyle zamanlarda kendine yetebilen insanlar ‘ki bu insanlar özünde yani mayasında güç barındıran insanlardır’ içerisine düştükleri bu ruhsal durumlardan kurtulmanın yollarını kendi kendilerine bulabilirler.
Kimileri kendi kurdukları cümlelerle telkinlerde bulunur kendine ki ben de bunlardan bir tanesi olabilirim ve darlandığım zamanlarda, göğüs kafesimdeki baskıya inat derim ki “Allah var gam yok!” sonra bir bakarım bir yerden bir işaret; ya birileri arar, ya güzel bir haber gelir, ya o an ki zorlukla ilgili bir kolaylık gelişir. Bu kez de gökyüzüne doğru bakar “seviyorsun beni biliyorum” derim.
Kimilerinin de tutundukları çeşitli can simitleri vardır mesela böyle durumlar için;
Çekip spor ayakkabılarını ayağına, takıp kulağına kulaklığını atar kendini yürüyüş yollarına.
Bir başkası bir mum yakar, sevdiği bir müziği açar, gözlerini usulca kapatıp hayatı sessize alır.
Bir başkası bir ağaç gölgesine oturup tek kelime etmeden doğanın muhabbetine bırakır kendini.
Çiçekleriyle dertleşenler,
Kedisine sarılıp negatif enerjisinden kurtulmayı deneyenler,
Sessiz bir köşede gözyaşlarıyla arınanlar,
Tasvip etmiyoruz ama sigaranın efkarını kahvenin dumanıyla harmanlayanlar.
İki dost sesi ile motive olmayı seçenler ve sonrasına “ne iyi geldiniz bana ya” cümlesini kuranlar.
Kendisini temizliğe vuranlar,
Örgü örerek rahatlayanlar,
Yolculuklarda huzuru arayanlar,
Yamaç paraşütü ile tüm kasvetlerini gökyüzüne bırakanlar,
Yoruluncaya kadar dans edenler,
Sayfalarca yazıp derdini kağıda dökenler,
Ya da bir kitabın sayfaları arasında kaybolanlar,
“geçecek” deyip kendisine sarılanlar,
"hayat bana burada önemli bir şeyler öğretmeye çalışıyor ve ben bu dersi iyi almalıyım” diye çıkarımlarda bulunanlar,
“nefes aldıkça çare var” umudunu hep yeşertenler,
“gamına gamlanıp olma mahzun,
demine demlenip olma mağrur,
ne gam baki ne dem baki” dizelerini dillendirip teselli olanlar,
“bu da geçer Ya Hu!” diyenler.
Bu da geçer Ya Hu demişken bir Feridüddin Attar öyküsü hatırlayalım mı birlikte;
“Sultan Mahmut bir gün tüm vezirlerini toplayıp, “bana bir yüzük yaptırın ve üzerine öyle bir şey yazdırın ki ona her baktığımda, hüzünlüysem neşeleneyim, neşeliysem hüzünleneyim düşüneyim” diye buyurmuş. Vezirler toplanmışlar dört bir yana haber salmışlar. Sonunda bir gün yüzükle Sultanın karşısına çıkmışlar, yüzüğü vermişler. Sultan Mahmut tamam işte bu demiş. Yüzüğün üzerinde " bu da geçer Ya Hu" yazıyormuş.”
Kırmızı ışıkta camımıza kuş gibi konan mendil satıcı çocukların yüzünü gülümsetir bazımız.
Kimilerine huzur evlerini ya da çocuk esirgeme kurumlarını ziyaret etmek iyi gelir mesela. Onları mutlandırmak kendi kanayan yaralarını sarmak gibidir. Çocuk esirgeme dedim de aklıma bir hatıra geldi. Çok sevdiğim ve uzunca bir süre komşuluk yaptığım öğretmen bir dostum, komşuluk yaptığımız zamanlarda hafta sonları çocuk esirgeme kurumundan bazı çocuklarını evci çıkarır, onları evinde misafir ederdi. Düşünsenize ne ince bir davranış. Yaralı yüreklere dokunmak…
Velhasıl kendine yetebilen her insanın şahsına münhasır kendi yarasını kendi kapama şekilleri ya da kurtarıcı can simitleri vardır ve bunların hepsi bizleri daha olgun bir insana dönüştürme süreçleridir aslında. Akışta kalmayı seçer ve direnmezsek, o an hangi duyguyu yaşıyorsak sonuna kadar onu yaşamaya tahammül gösterip bitmesi için ona süre tanırsak. Bu süreçte içimizden ağlamak geliyorsa, hatta hüngür hüngür coşup geliyorsa bu his, onu da salıverirsek, “insanız nihayetinde gülmek kadardır doğallığı ağlamanın da” der bu duygumuzu da sonsuz kucaklarsak, zaman denen mefhumun en iyi yara bandı olduğuna şahitlik etmez miyiz?
Ya da etmedik mi şimdiye kadar kaç kez düşünsenize…