“Yağmurda rahmet saklıdır.”
Doğru.
Fakat bu cümleyi kurabilme yetisine haiz oluncaya dek yağmur nasıl algılanıyordu ki?
Biraz günümüz tarihinin gerisine gidersek (ki ben çok seviyorum o tozlu sayfalarda dolanmayı), Çekiçli Thor ismini duymuşsunuzdur. Norveç’te Hristiyanlık yayılmadan önce Çekiçli Thor’un iki teke tarafından çekilen bir arabayla gökyüzünde dolaştığına inanılıyordu. Thor çekicini salladığı zaman şimşekler çakar, fırtınalar oluşurdu. Fırtınalar çıkıp şimşekler çaktığında yağmurlar yağardı ve bu Vikingler zamanındaki çiftçiler için hayat memat meselesiydi. (Günümüzde de öyle değil mi?) Çekiciyle yağmurları yağdıran Çekiçli Thor bu özelliğinden ötürü bereket tanrısı olarak anılırdı. Bu yüzden ‘neden yağmur yağıyor “sorusunun ‘mit’sel cevabı “Thor’un çekicini sallaması” dandı. Yağmurlar yağınca tohumlar topraktan fışkırarak büyüyorlardı. O dönemlerde yaşayan insanlar tarafından bitkilerin tarlalarda büyümesi ve meyve vermesi kavranabilir bir şey değildi. Ancak çiftçiler bütün bunların bir şekilde yağmurla bağlantılı olduğunun da farkındaydılar.
Nereden nereyeeee değil mi?
Şimdilerde teknolojik gelişmeler bilim dünyasına takla attırıp duruyor.
Kim bilir bu gelişmelerle birlikte giderek daha da gündeme gelen yapay zekâ neler neler yapacak.
Neyse konumuza dönelim
“yağmur”;
insana, hayata değen,
onu değiştiren, etkileyen bir doğa olayı değil midir?
Ama her canlıda aynı etkiyi yaratmaz.
İnsanlar arasında bile farklı farklı etkisi vardır.
Zira her insanın duyguları, hayalleri, tinsel-tensel haz duyargaları çeşit çeşittir.
Kimine rahmettir, kimine sel baskınlarına sebep olan felaket.
Karadeniz gezimde doğanın güzelliğine hayran kalıp yaşlı bir esnaf teyzeye “ burada yaşıyor olmakla ne kadar şanslısınız” demiştim de “sen gezmeye geldin kuzum burada yaşamak başka bir şey zorlukları çok, burada çamaşırını asarsın yaz kış kurumaz, gıdaların küflenir, hep nem hep nem” demişti.
Bir mekân ya da olgunun iyi/kötü değerlendirmesini yaparken “nereden baktığına bağlı!” diyordu sevdiceğim.
Haklı!
Kısa süreli gezi programımda Ayder Yaylasının tepelerinde biriken karların dağların arasından tıpkı süt gibi köpük köpük aktığını izlemek bana keyifken teyzeye yaşam mücadelesiydi!
Kimilerine göre de romantizmdir mesela yağmur. Eski filmleri düşünün senaristlerin birçoğu romantik filmlerde aşıkları yağmura yakalatır. Yahut şömine başında odun ateşinin sesine eşlik ettirir.
Ama yaya olarak işe gitmek durumunda olan birisi için aynı yağmur ne kadar romantik olabilir?
Ya da evinin tavanı sızıyorsa yağmur yağışından ne kadar mutlanabilir ki bir insan?
Çamurdan göletlerin oluştuğu yollarda, bir yerlere ulaşmaya çalışan birisi için hızla geçen arabaların göle dönen caddelerden fütursuzca savurduğu kirli sularla tepeden tırnağa ıslatılması romantik midir?
Fakat denizde yakalanılan yağmur keyifli olmaz mı? Suyun suyla neşesine şahitlik etmek olumsuz bir duygu durumu oluşturmaz sanki? Kaç kez denk gelir ki bir insan ömrü böyle bir cümbüşe. Gökyüzünün, bulutların denizle buluştuğu o anlar, o pıtı pıtı sesler, o kokular şahane değil de nedir ki. Hele bir de gökkuşağı doğmuşsa ardından seyreyle doğanın doğal festivalini.
Uzun kış gecelerinde sıcacık odanızın camı arkasında, gök gürültüsünün homurtulu senfonisinin ardından şimşeklerin görsel ziyafetleri kimine göre şölenken kimilerince ürkütücü değil midir?
Gönlü kırık birisi için bir de o gri havalar nasırına nasırına basmaz mı?
Fakat yağmurun çiçeğe-böceğe, kendi ektiğin bahçeye, nihayetinde doğaya olan etkisini temaşa ediyorsan olay başkalaşmaz mı?
Yaprakların, ağaçların yıkanıp, en güzel, en parlak yeşile ulaşmasını gözler ayırt ederken, çayır çimenlerin milim milim büyüdüğünü görürken, hele o muazzam kokular yok mudur, ruhunu kışkırtan o buhur festivali içinde içini halaya durdurmaz mı?
Farklı yerlere/zeminlere düştüğündeki farklı notaları, ince belli bir çay bardağındaki tavşan kanı çaya yoldaş oluyorsa ve hala hayatta olan sevdikleriniz yanı başınızdaysa içinizden inceden bir niyaz yükselmez mi?
Ya da artık yaşının büyüdüğü küçük dev dünyanda bir pencerenin arkasında gözünden ferinin, dizinden dermanının alındığı hasta yatağından izliyorsan yağmuru ve kim bilir hangi senenin hangi tozlu sayfalarında dolanıyorsa düşsel yolculuğun, mutluluk, umut, coşku gibi bir şeyler geçer mi ki zihninden?
“Zerre kadar ömrün varmış, ne gam” mı dersin? Doğaya rahmet doğana zahmet değilsindir elbet yeter ki hoş gelişlerin olsun ey yağmur!