Tarih: 08.01.2013 18:29

“Üretemiyorsan, üretebildiğin kadar tüketeceksin”

Facebook Twitter Linked-in

Kipaş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hanefi Öksüz ve İskur Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Kadir Kurtul Dünya ekonomik krizinin sebepleri hakkında bilgi verdi. Seminerde küresel krizde Türkiye'nin Amerika ve Avrupa ile kıyaslandığında daha az etkilendiği ancak kriz öncesi Türkiye'si ile karşılaştırıldığında krizin ülkeyi teğet geçmediği ifade edildi. Krizden kurtulmak için, en az tükettiğin kadar üreteceksin, üretemiyorsan, üretebildiğin kadar tüketeceksin şeklinde bir formülün çözüm olacağı savunuldu. Türkiye'nin krizi çabuk atlattığı belirtilirken 2013 yılında Avrupa ekonomisi düzelmezse işlerin tersine dönebileceği açıklandı. 1950'li yıllarda Türkiye'de liberal ekonomiye geçişin başlamasıyla ülkenin yurtdışına açıldığı ancak bu durumun 1960 ihtilaliyle kesintiye uğradığı belirtildi. Konferansta Özal dönemi ekonomide değişimlerin başladığı yıllar olarak gösterildi.

İskur yönetim kurulu başkanı Kadir Kurtul, küresel anlamda yaşanan ekonomik krizin üretimin tüketimden daha az olmasından dolayı çıktığı ifade etti.  Tüketim toplumuna doğru gittiğimizden, tüketim ekonomisine sahip olan bilhassa Amerika 90`lı yıllardan sonra üretimi uzak doğu ülkelerine Çin`e ve diğer ülkelere kaydırdı şeklinde konuşan Kurtul sözlerine şu şekilde devam etti: "Üretim tüketim dengesini iyice bozdular. 2000 ve 2001 yıllarına geldiğimizde Amerika ve Batılı ülkelerde artan likitide nedeniyle faizler düştü ve kredi hacmi çok arttı. Amerika ve Avrupalılar bu nedenle bankaların kredi geçmişini düzgün olan insanlar dışında geri dönüşü zor olacak insanlara da verdiler. Özellikle yatırım bankaları gelirlerini artırmak için mortgage dediğimiz ipoteğe dayalı menkul kıymetler gibi türev piyasalarda işlem gören riskli finansal enstrümanlara yöneldi. Artan tüketim enflasyonu tetikledi ve emtia fiyatları aşırı yükseldi. Ekonomik kriz patlak verdiğinde ilk bakışta Amerika finans piyasalarının bir krizi olarak düşünüldü. Ancak kriz derinleşmeye başladığında olayın hiçte lokal bir kriz olmadığı, aksine dünyanın tamamını az ya da çok etkileyen 1929 büyük buhrandan sonra yaşanan en büyük kriz olduğu, sadece etkilerinin finansal sektörle sınırlı kalmadığı tüm reel ekonomiyi derinden vurduğu ortaya çıktı. Bu kriz piyasada meydan gelen etkilenmeden dolayı Amerika'dan başlayarak Amerika'ya borç veren bankalardan dolayı tüm dünyaya yayıldı."

Amerika finans sektörünün kötü varlıklarından dolayı fiilen uğradığı kaybın 1 trilyon dolar civarında olduğunu belirten Kurtul, Bankaların portföyündeki kötü varlıkların değeri ise 2 trilyon doları aşkın olduğunu sözlerine ekledi. Finans sektöründe birçok yatırım bankası ve sigorta şirketinin iflası ve devletleştirilmesinin 120 bin işsizin ortaya çıkmasına neden olduğu açıklandı.

2008'in dördüncü çeyreğinde Amerika ekonomisi yüzde 6,3 küçülme göstererek tarihinin bir rekoruna imza attığını belirten Kurtul şunları söyledi: " Krizin Avrupa'ya etkileri, Euro alanı 2009 yılında yüzde 4,1 oranında küçülerek tarihinin en büyük daralmasını yaşamıştır. Yunanistan'ın iflas noktasına gelişi, Portekiz ve İrlanda'ya IMF'nin de desteğiyle kapsamlı mali yardım programları gerçekleştirilmiş. Avrupa'nın hemen hemen tamamında krizin etkilerini bertaraf etmeye yönelik tedbir paketleri uygulamaya konulmuş. İzlanda'da en büyük üç banka iflas etmiş sonunda İzlanda kronu Euro karşısında yüzde 40 değer kaybetmiştir."

GERÇEKTEN KRİZ BİZİ TEĞET GEÇTİ Mİ?

Amerika ve Avrupa ekonomilerine kıyasla küresel krizin Türkiye'yi teğet geçtiğini ancak Türkiye'nin kriz öncesi durumuyla kıyaslandığını durumun bunun aksini gösterdiğini savunan Kurtul şu şekilde konuştu:  "Kriz bizi neden daha az etkiledi Türkiye ekonomisinin global ekonomilere entegrasyonunun Amerika ve Avrupa ekonomilerine nazaran daha az olması. Türev piyasaların ülkemizde yeni olması ve hacminin dar olması nedeniyle ekonomik krizin temelinde yatan mortgage ve benzeri ürünlerin az olması, toksit varlıkların banka bilançolarını bozmaması. Türkiye'nin daha önce krizden ders çıkararak daha sağlam kontrol edilen finans yapısı ve bankacılık sektörünün oluşturulması. Tüm bunlara rağmen ticaret hacminin yüzde 60'nı Amerika ve Avrupa ülkeleri oluşturan global ekonominin bir parçası olan Türkiye ekonomimiz krizden olumsuz bir yönde etkilenmiş. 2008 yılının haziran ayında yüzde 82,3 olan imalat sanayi kapasite kullanım oranı 2009 yılında yüzde 65'lere kadar düşmüştür. Kriz öncesi yüzde 3 olan işsizlik kriz sonra yüzde 13'e kadar yükselmiştir. 2008 yılında 132 milyar dolar olan ihracatımız, 2009 yılında 102 milyar dolara kadar geriledi. Amerika doların rezerv para olması ve tek başına hareket etmesi sayesinde oluşturduğu fonlarla finans sektörünü ve reel piyasaları nispeten rahatlatarak yarayı pansuman etmiştir. Avrupa'da durum çok daha kötü çünkü onların basacak rezerv parası yok. Birlik içerisinde farklı görüşler hakim. Açıklanan kurtarma paketleri anlık, çözüm olmaktan öteye gitmiyor. Krizin etkileri her gün farklı ülkelere sıçrıyor.

2013 yılı içerisinde her şeyin olabileceğini söyleyen Kurtul: "Ülkemiz krizin etkilerini çabuk atlattı. Ancak ihracatımızın yüzde 50'sinden fazlasını yaptığımız Avrupa ekonomisi düzelmezse işler tersine dönebilir. İhracatımızın azalma ve cari açığın artma riski olabilir. 2013 yılı durgun geçebilir. Tabi bunların hepsi bir varsayım. Çözüm olarak çözüm ne? Alınan tedbirler ve kurtarma paketleriyle bu sorunlar çözülemez. Bunlar sadece geçici iyileştirme sağlar, sorun yapısal ekonomik düzenin sil baştan ele alınması gerekiyor. Çözüm çok basit en az tükettiğin kadar üreteceksin, üretemiyorsan, üretebildiğin kadar tüketeceksin." şeklinde konuştu.

O YILLARDA TÜRKİYE AVRUPA'YLA İŞ YAPABİLECEK DEMOKRASİ YÖNETİLEN ÇOK AZ ÜLKELERDEN BİRİSİ

Daha önceki yıllarda Amerika, Avrupa ekonomisi ile Türk ekonomisi arasında çok büyük uçurumlar olduğunu ifade eden Kipaş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hanefi Öksüz sözlerine şu şekilde devam etti: "Türkiye dünyaya açık bir ülke değil. Savaş yılları ve bundan sonra gerçekleştirilen sanayileşme hamleleri olmuş. Devletten başka yatırım yapacak kimsenin olmadığı bu yıllarda yine de başarılı yatırımlar olmuş. İnönü dönemine baktığımız zaman Türkiye dış ekonomiye tamamen kapalı, tamamen tasarrufa yönelik bir tutum var.  Hiçbir teknoloji getirmiyoruz, hiçbir yatırım yapmıyoruz. Üretimi arttıramıyoruz, tüketmiyoruz. İlk defa liberal ekonomi uygulaması rahmetli Menderes döneminde başlıyor. 1950'li yıllarda ilk defa traktörler geliyor, Marshall yardımları geliyor, Türkiye ilk defa dışarıya açılmaya başlıyor. O dönem 1960 ihtilaliyle kesintiye uğruyor. Özal dönemini Türk

Ekonomisinde değişimin başladığı yıllar olarak görüyorum. Türkiye yönünü farklı bir tarafa çevirdi. Özel sektörün önü açıldı, Türkiye hem üreten hem tüketen, dünyayla bağlar kurmaya çalışan yeni bir ekonomik düzene giriyor. O yıllarda Türkiye Avrupa'yla iş yapabilecek demokrasi yönetilen çok az ülkelerden birisi. Çin ve Rusya Sosyalist Cumhuriyetleri Avrupa'ya kapalı, Türkiye her ürettiğini satabilecek konumda. Dolayısıyla bu dönemi çok önemli bir gelişme dönemi olarak görüyorum."

BİZ DEVLETİN EKONOMİSİNİ BİR İŞ ADAMININ, ESNAFIN EKONOMİSİNE BENZETEBİLİRİZ

Kurtul, Türkiye'nin finans imkanları çok sınırlı bir ülke, üretimi tüketimini karşılamayan bir ülke, hep borç içinde olan bir ülke olduğunu belirterek şunları söyledi:  "Zaman zaman da ekonomisi bozulduğundan dolayı bir devalüasyon yapıyor ve halkından büyük bir dolaylı vergi topluyor. Biraz ekonomiyi düzeltiyor borçların tekrar birikmesiyle yine bir devalüasyon yaşıyor. Bu devalüasyonda kazançlar düşüyor, işçilik maliyetleri düşüyor, toplanan vergiler artıyor. 2000'li yıllardan sonra Türk lirası değer kazanmaya başladığından bu dolaylı vergiler de ortadan kalkmış bulunuyor. Dünyada birçok kriz oluyor ama Türkiye'de meydana gelen krizler finans krizleridir. Türk özel sektörü Özal döneminden itibaren çok güçlendi, Anadolu'da sanayileşme başladı. Aynı dönemde Avrupa'ya baktığımız zaman yaşlanan bir Avrupa var. Çin, Hindistan, Kore gibi dünyada Türk sanayisine rakip olan ülkeler gelişmeye başladı. Önceden dünyadaki serbest pazarda bize rakip olan yoktu. Onlarda sanayileşmeye başladığında acımasız bir rekabetin içersinden bulduk kendimizi. Biz devletin ekonomisini bir iş adamının, esnafın ekonomisine benzetebiliriz, eğer kazancın fazla harcaman az ise ekonomin iyiye gider. Üretilenden çok daha fazla para harcanırsa günün birinde krizin yaşanmasına neden olur. Gelire göre harcama yapılacak, çok üreteceksiniz ama tabi çok ürettiğiniz zaman tüketimi de kısmayacaksınız. Çünkü tüketim olacak ki bu çark dönsün."    

Kurtul: "Özet olarak şunları söyleyebiliriz; biz çok çalışacağız, çok üreteceğiz,  tüketeceğiz ama Anadolu'dan bir laf kazanmadan yemeye alışma derler. Bu bizden önceki nesilde çok vardı, savaş görmüş insanlardı. Bizden önceki nesil çok tutumluydu. Onlar bizi biraz eğittiler ama ben şundan çok korkuyorum, bizden sonraki gelen nesil tasarruf bakımından da, tüketim bakımından da çok büyük bir tüketim toplumu geliyor. Sorumluluk da maalesef bizim nesil kadar yoğun değil orda da bizlere çok görev düşüyor." diyerek konuşmasını sonlandırdı.
(M.Serhat TOPALCA)



Orjinal Habere Git
— HABER SONU —