Gündem

Gündem Haberleri

Kahramanmaraş Dosyası 44

Kahramanmaraş Dosyası 44

Yukarıda (bir önceki bölümde) sözünü ettiğim banka, şehrin en merkez yerlerinden birinde, herkesin gözü önünde, açıkça kaldırımı işgal etmiş ve halen de işgal ediyor olmasına rağmen,  anlaşıldığı ve görüldüğü kadarıyla yasal olarak herhangi bir engellemeyle karşılaşmadıkları gibi sonrasında da haklarında hiçbir işlem yapılmamıştır. Üstelik bankanın, usulsüz bir şekilde yaptırmış olduğu rampa, çok geçmeden kentte emsal teşkil etmeye başlamıştır. Her aklına esen artık her fırsatı değerlendirmeye, aynı şekilde kaldırımları işgal etmeye başlamıştır. Halen ve bundan sonra da bunların onlarca örneğini görmek mümkündür. Yani o yanlışlığa göz yumulmasıyla kentte çok kötü bir çığır açılmıştır.

Bu işlemler müsamaha gördükten ve işlerlik kazandıktan sonra yani bu yapılaşmaya izin veren iradeden sonra göreve gelen yöneticinin işi oldukça zorlaşmış demektir. O imtiyazı koparanlar, ele geçirdikleri bu ayrıcalıklardan kolayına vaz geçmeyeceklerdir. Bundan sonra benzer işleri yapanlar da öncekileri emsal göstermek suretiyle yakaladıkları ayrıcalığın devamlı olmasını isteyecekler ve devamlılığında direneceklerdir.

Yine işin bir garip tarafı da bu tür işlere inançlı insanların alet olmasıdır. Hâlbuki bunlar çok iyi bilirler, en azından birkaç kere duymuşlardır ki, Peygamber Efendimizin; kötü çığır açanlar için, o kötü işin her tekrarından, ona ilk başta izin veren ya da yanlış işi bizzat yapan kişiye günah olarak bir pay olduğu yönünde hadis-i şerifleri vardır. Belki ayet ve hadislerden söz etmeyi uygun bulmayanlar çıkabilir, ancak bizler Müslüman bir toplumuz, elbette ki ayet ve hadislerle uyarıda bulunuruz, herhalde ilk önce bizim dışımızdakilerden örnek verecek değiliz.

Yönetici olmanın elbette ki bir riski vardır ama o nispette de ödülü vardır. Bunlara dikkat etmeyecek kişiler, neden yönetici olur veya yönetici olmak için son örneklerinde görüldüğü gibi bir âlemi ayağa kaldırırlar ki? Yeteneği olmayan ya da yanlış işler yaptığı bilinen kişiler için daha üst makamlarda tavassutta bulunanlar için de aynı akıbet söz konusudur. Milletin işini hakkaniyet ölçüleri içerisinde takip etmeyenler, edemeyenler neden yönetici olurlar veya olmalıdırlar ki? Eğer benzer durumlarda bolca örnek verilen, geçmişin;" Şu okullar olmasa" deyip sözünü sürdürdüğü zat gibi düşünüp o ifadeyi kullanacak olanlar çıkacak olursa, kusura bakmasınlar, kimse zorla kendilerini getirip oraya oturtmamıştır. 

Bu ve benzer durumlarda işin bir kötü tarafı da; söz söyleme, yanlışlıkları dile getirebilme yeteneği olanlar, hedef olmaktan ya da kötü kişi rolü oynamaktan belki de çekinecekler, ya da "neme lazım" deyip geçeceklerdir. Zaten halkın büyük çoğunluğu da bu işler böyle olur zannettiklerinden ortalık sütliman hesabı, herkes yoluna sükûnetle devam edecektir ve de etmektedir. Bu tür yanlış işlemlerde bulunanalar, biraz tedirginlik duysalar da etkin yerlere sürekli yakın olma politikasıyla işi bu şekilde götüreceklerdir. Bu tür işlerin temelinde, doğrudan izin verilmiş olmasa da; "Sen yap, benim haberim yok!" politikası vardır. Bu rampalar dışında birçok işyeri sahibi de birbirine örnek teşkil etmek suretiyle işyerlerinin önünde, kocaman kocaman alanlar çevirerek kaldırımları işgal etmişler ve etmektedirler.

Bir dönem, kaldırım işgalleri tam anlamıyla bitmişti ki çok farklı bir şekilde geri dönüş başladı. Bundan sonra o başlangıç günleri tekrar gelir mi o da bilinemez!

O dönemde; "Kaldırımları işgal edenlerin kazançlarının haram olduğu" birçok ortamda sıkça dile getirilirdi. Zaman geçti her şey unutuldu. O sözler nedense artık duyulmaz oldu. Unutmamak gerekir ki; hak ve hukuk, sürekliliği olan işlemler kuralıdır!

Sayın Beşir Atalay'ın İçişleri Bakanı olduğu zaman aralığında bir ara, kaldırımların, işyerleri sahipleri tarafından işgal edilmemesi ve tamamen halkın hizmetinde kullanılası yönünde bizzat kendi imzasıyla bir genelge yayınlanmıştı. Genelgede, kaldırımların işgalden temizlenmesi görevi Emniyet Müdürlüklerine verilirken belediyelerin de zabıta desteğiyle işin içerisinde olması isteniyordu.

Genelge doğrultusunda ekibini kuran Emniyet Müdürlüğü, belediyeden de genelgede ön görülen zabıta desteğini yazılı olarak talep etmişti. Biz de genelge doğrultusunda zabıta görevlendirmesi yapmıştık. Görev veren makam, belediyelerin de bağlı olduğu İçişleri Bakanlığı idi. Üstelik benim gibi birçok vatandaşımızın da yapılmasını çok istediği doğru bir işti.

Kurulan ekip çok kısa bir zamanda, yanılmıyorsam Emniyet Müdürlüğü'nden bir Şube Müdürünün başkanlığında, Kıbrıs Meydanı'ndan Ulu Cami istikametine doğru, yolun her iki tarafındaki kaldırımda uygulama yapmaya başlamıştı. Bu uygulama sırasında hiçbir esnafa ceza da yazılmamıştı, esnaftan, sadece verilen talimata uyulması isteniyordu.

Gün öncesinden ikaz edildikleri halde talimata uymayanların yani kaldırım işgaline devam edenlerin, işgallerine son vermek için çalışan ekibi, o sabah il dışından dönen üst yönetici, arabayla o bölgeden geçerken görmüş. Zabıta arkadaşları gören Başkan, herhalde uygulamayı belediyenin yaptığını zannetmiş olacak ki telefonla beni arayarak neden böyle bir uygulama yaptığımızı sormuştu. Tabi gelişmelerden onun haberi yoktu. Ben durumu açıkladım ve söz konusu uygulamayı Emniyet Teşkilatının yaptığını söyleyince, tepkisi: " Amma da güzel olmuş ha. Bizim kaldırımlarımız bu kadar geniş miymiş arkadaş! "olmuştu.

İşin aslına bakılırsa, bu düzeni sağlamak yani işgalleri ortadan kaldırmak, yol ve kaldırımları halkın yararlanabileceği halde tutmak, öncelikle belediyelerin görevidir. Sayın Bakan da belediyelerin bu ve benzer uygulamalarda gerekenleri yapmadıklarını bildiği için olacak ki bu görevi başta Emniyet Teşkilatı'na vermişti.

Aradan zannederim daha bir gün geçmişti, ilgili müdür;" Başkan Bey, Eski Belediye Çarşısı esnafına, işyerinin önüne yarım metreye kadar ürün koymalarına izin vermiş." dedi. Ben de Müdür arkadaşa;" O iş bitmiştir artık." dedim.  Nitekim bir süre sonra öyle de oldu.

Daha sonra bu işin başında bulunan Emniyet Amirine, işin ne safhada olduğunu sorduğumda ; "O iş bitti, bıraktım artık. Belediye Başkanı, Milletvekilleri, bir kısım teşkilat mensupları her gün arıyorlar, herkes talimat vermeye kalkışıyor, ben bıktım artık. Zaten Bakanlık da herhalde vaz geçti." demişti. Böylece bir uygulama da kaldırımları işgal edenlerin galibiyetiyle gündemden düşmüş oldu.

Bu durumda kim kimin yanında yer alıyordu acaba? Kaldırım ve yol tamamen kamuya aittir. Esnaf bir kişi ve kaldırımı işgal etmekle haksızlık yapmaktadır, halk ise çoğunluk ve kaldırım da yollar da onların. Hakkı olana hakkını vermeyip hakkı olmayana hak tahsisi etmek olacak işi mi? Öyle hak dağıtmak yöneticinin yetkisinde mi? İşte kapitalizm böyle bir şey! Hak hukuk yok o sistemde, sadece para kazanmak ve para kazandırmak vardır, sistemin işleyişi bu esas üzerine kurulmuştur. Çoğunluk, az sayıdaki kesime bağımlıdır! Üstelik bu işleri yapanlar da, bu haksız talepte bulunanların kahir ekseriyeti (ezici çoğunluk) de abdestinde, namazında olan insanlardır, daha ne diyeyim ki!

Bir yakınım; isim vererek, "Falanca (saygın bir isim söylemişti), ‘Sokakta taziye kabulü yapanlara taziyeye gitmiyorum, çünkü orada, kamuya ait olan sokak bir şekilde işgal ediliyor dolayısıyla orada bir hak ihlali var!' diyor." demişti. Böyle ince düşünen kaç kişi var acaba? Tekrar ifade etmek gerekirse; bu tür olaylarda yöneticilerin inisiyatif kullanma yetkisi yoktur, aksine, haksızlık yapılan, hak gaspı olan yerde, haksızlığı ortadan kaldırmak ve hak olanın uygulanmasını sağlamak, yöneticinin birinci derecede sorumluluklarındandır. Birçok işte olduğu gibi yönetim işinde de çok eksiği olan bir toplumuz vesselam!

Burada, hemen herkes tarafından bilinmekle beraber, en azından, bildiği halde bilmezlikten gelenlerin dayanaklarını kurutmuş olmak için Peygamber Efendimiz (s a v)'in konuyla ilgili hadislerini ve ashabı ile aralarında geçen diyaloğu hatırlatmakta, vebalden kurtulma bakımından yarar vardır. Peygamber Efendimiz, yol kenarlarında oturulmasını yasakladıklarında, ashabı, o günün şartlarında, birbirleriyle buluşup kendi aralarında değerlendirmelerde bulunabilecekleri başka bir yerin olmadığını mazeret olarak öne sürmüşler, Peygamber Efendimiz de; "O zaman yolun hakkını veriniz." buyurmuşlardır. Bunun üzerine; "Yolun hakkı nedir?" diye sorulmuş, Peygamber Efendimiz de: "Harama bakmamak, gelip geçenleri incitmemek, selâm almak, marufu (iyiliği) emredip münkerden (kötülükten) nehyetmektir (men etmektir)" buyurmuşlardır.

Buharî ile Müslim'de geçen ve Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadislerinde ise Hz. Peygamber: "İman, yetmiş küsur şubeye ayrılır. En üst derecesi lâilâhe illallah sözü, en alt derecesi ise insanlara eziyet veren bir şeyi yoldan alıp kenara koymaktır. Hayâ da imandan bir şubedir." (Buharî, İman 2, Hadis No. 8) buyurmuşlardır. Bu, işin manevi boyutudur. Bir de bu işin yasal boyutu vardır ki; yollar ve kaldırımlar kamu' ya aittir, yani devletin, yani milletindir, yani insanlarındır. Danıştay 8. Dairesi'nin daha yakın bir zamanda; yolların kamuya ait olduğunu işaret eden "yolların asıl amacına uygun olarak kullanılmasına" dair bir karı da mevcuttur.

Görünen ve bilinenler odur ki; sırtını adalete dayayan toplum gerçek toplumdur. Bir ülkede, bir kentte yaşayan insanlar, kentte yaşamanın ve o ülkenin yaşam şartlarının gereğini yerine getirmek zorundadırlar. Sırtını adalete değil de kasasına, masasına, dayısına, çevresine yaslayanların bulunduğu yerler, henüz yerleşik düzene geçilememiş, adeta kırsal hayatın devam ettirilmeye çalışıldığı yerlerdir.



1

Kahramanmaraş’ta Tarihi Eser Kaçakçılığı Operasyonu

2

“Her Türlü Afet ve Acil Duruma Hazırız”

3

Kahramanmaraş’ta emlakçılık sektörüne yeni bir boyut geliyor!

4

Sinan Akçıl, Şarkılarıyla Unutulmaz Bir Gece Yaşattı

5

İstiklalspor Basketbol Takımı Fırtına Gibi Başladı! 77-66’lık Zafer