Hepimizin
kalbinden geçen ve sıkça dile dökülen bir cümledir " ahhh nerede o eski günler?"
Anı yaşarken, hızla gideceğinin bilincinde olsak da bol keseden tükettiğimiz
zamanın kıymeti daha çok geçip gittikten sonra anlaşılıyor ve özlemle anıyoruz
geçmişin güzelliklerini.Sonra deyiveriyoruz "Geçmiş zaman olur ki hayali
cihan değer" Hatıralarımız, anılarımız nerede yaşanmış ise özlemimizin
hasretimizin de oralara ait olduğu bir gerçek.Bazen bir kişiyi,
bazen bir mekânı, gurbette isek memleketi ve minareden yükselen ezan sesini
duymayı, bazen doğup büyüdüğü gezip tozduğu köyünü ve çoğu zaman da dedesinin
ninesinin ve daha birçok sevdiğinin hayatta olduğu göçüp gitmediği çocukluğunu
özler insan
"Bilgi
sahibi olmadan fikir sahibi olmak" düşüncesinden uzak, referans noktası
bilim ve akıl olan, bilen ama bilgi küstahlığı yapmayan, kültür seviyesi
yüksek, spesifik kültürel ilgi alanlarına özgü bilgi haznelerihayli derin,
kendilerine has duruşlarıyla güven uyandıran, her şeyin en pahalısını ve en
moda olanını kullanmak gibi bir iddiası olmayan ama en iyiyi, en güzeli arayan,
her şeyden önce saygı"yı yaşamının merkezine oturtan, hal, hareket, tavır,
üslup ve edasıyla bulunduğu her ortama güzellikler katan, sohbetinden feyz
alınan; rafine insanların, rafine zevklerin, ince ve incelikli insan
ilişkilerinin hüküm sürdüğü geçmişe özlem duymayan kimse yoktur sanırım.
Betonarme
yapıların hunharca hayatımıza girmesiyle birlikte artık sadece yazlık mekânlarda
ya da kentlerin eski yerleşim yerlerinde denk geldiğimiz ve kimbilir hangi
yaşanmışlıkların izlerini taşıyan sadece taşımakla kalmayıp sizi bir masal
dünyasının içerisine istemsizce sürükleyen, üzerinde sardunya saksıları,
sofasından sarkan hanımelleriyle şirin, tatlı,cumbalı, şadırvanlı ahşap
evlerin, Arnavut kaldırımlı taş sokakların, sokağı şöyle bir dönünce sizi
karşılayan ve daha çok ismini "kaplumbağa terbiyecisi" tablosundan tanıdığımız
Osman Hamdi Bey"in sanatına da mazhar olmuş ab-ı hayat çeşmelerinin, her an başında
fesi kolunda zevcesi ile karşınıza çıkacak Osmanlı beyefendilerinin ruhaniyetlerinin
sizinle birlikte olduğu, huzurun solunabildiği zamanlara dönmeyi kim arzu etmez
ki?
Şemsettin Sami, Fuzuli, Nabi,RecaizadeMahmud Ekrem,
Halide Edip Adıvar ve daha nicelerinin kütüphane raflarında,
Şeker
Ahmet Paşa,Hüseyin Zekai Paşa,Hoca Ali
Rıza, Müfide Kadri"lerin fırçalarının raksettiği tuvallerinin saray
duvarlarında,
çayın
semaverde, kahvenin közde, müziğin gramofonda güzel olduğu,"Ey Bût-i Nev Eda" Hicaz Şarkısı ile Hammâmîzâdeİsmâil
Dede Efendi"nin şifa sunduğu,
büyük
olduğu için fes altında taşındığı ve bu yüzden nüfus cüzdanına "kafa kağıdı"
dendiği,
ısınmanınadının
soba olduğu,
banyonunpazar
akşamları yapıldığı,
istediğimiz
numaraya ulaşmanın yolunun altın rehberden geçtiği,
en
güzel oda parfümünün soba üzerinde yanan portakal kabukları olduğu,
televizyondaki
görüntünün karıncalı olup olmamasının çatıdaki antene bağlı olduğu,
elektrikler
kesilirse jeneratörlerin devreye girdiği,
gazoz
kapağı ve bilyelerin çocuk oyunlarında ki yerinin yadsınamayacağı,
ip
atlarken yanmamanın inceliklerini,
tonton
ailesi, pembe panter, heidi, şeker kız candyi izleyip horoz şekeri yemeden,
yakar topu, elim sendeyi, yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarımı, saklambacı oynamadan çocukluktan çıkılamayacağını,
tommiks,
teksas okumanın gençliğin raconlarından olduğunu,
sinema
deyince akla Adile Naşit, Münir Ozkul, NubarTerziyan, Hulusi Kentmen"in gelmesi
gerektiğini,
çocuktan
alacaksak haberi bu haberi bize ulaştıranın her bir şarkısı bir hayat öğretisi
olan Barış Manço olmasını,
yumurtanın
kümesten domatesin bahçeden geldiğini,
bağın
bahçenin o ağaç senin bu ağaç benim keyfini sürmeyi,
dilsiz
öğretmen doğanın eşsiz güzellikteki ihtişamını yaşayarak tecrübe etmeyi,
oyuna
ebe seçerken portakalı soyup, başucumuza koyup, dumadumadum kırmızı mumla biten
tekerlemeyi yüksek sesle söylememizinşart olduğunu,
çocukların
mahalledeki tüm evlerde sonsuz kredilerinin olduğunu,
okul
önlüklerinin ve televizyonların siyah beyaz ama geçirilen zamanın rengarenk
olduğunu,
sanatın
sanat, muhabbetin gerçek muhabbet olduğu,
nizam,
intizam ve ihtimamın kol kola gezdiği,
dijital
yaşamın henüz çarkında bütün bu güzellikleri öğütmediği ve hatırladıkça boğazımıza
düğüm olan o müstesna günleri nasıl özlemeyelim ki?
Baki
muhabbetle
Şerife
AKKEÇECİ